21. Bölüm
Sabah şövalyeler, çadırları kaldırıp kahvaltı hazırlayarak yola çıkma hazırlığı yaptılar. Tüm bu süreç sanki sessize alınmış gibi sessizce gerçekleşmişti. Serwin’i uyandırırlar diye nefes alışlarına bile dikkat ediyorlardı.
Bu arada Amelie, yoğun bir şekilde uyanmıştı. Gözleri kendi kendine açılmıştı çünkü acıkmıştı.
‘Ah, uyuyor.’
Amelie gözlerini çevirdi ve ilk Serwin’e baktı. Serwin, kütük gibi uyuyordu ama sanki bilinci hala yerindeymiş gibi Amelie’nin elini sıkı sıkı tutuyordu. Serwin ona sarılmaya devam ederse Amelie ona yumruğu geçirecekti.
‘Felaket, dışarı çıkma.’
Birdenbire Serwin’in siyah kirpikleri titreşti. Amelie, bu görüntüye boş boş baktı. Uzun, siyah kirpikler yavaşça yukarı kalktı. Kaşların altındaki uzun, ince boşluk onun altın rengi gözlerini ortaya çıkardı. Gözleri, sessizce Amelie’ye baktı. Birazcık yavaş hareket etmişti ve altın rengi gözleri daha yumuşak görünüyordu çünkü hala uykuluydu.
“….Günaydın…” diye fısıldadı Amelie kısık sesle. Bu cümle sanki bir büyüymüş gibi Serwin kendinden geçmişçesine gözlerini indirdi ve alnını Amelie’ye yasladı. Amelie onun ağzının hafifçe yükselen kenarlarına ve tüylü kirpiklerine baktığında nedense gergin hissetti.
‘Yakışıklı bir yüzün var.’ diye düşündü Amelie yeniden.
İnsanlar, görsel hayvanlardı. Karşıdaki kişi Serwin olsa da standartlar münasipti. Amelie kısa süre sonra düzenli nefes alışları tekrar duymaya başladı. Serwin’in uyuşuk nefeslerini dinleyince Amelie’nin de göz kapakları ağırlaşmıştı.
“Majesteleri, kalkma vakti geldi.”
Amelie, kasıtlı olarak Serwin’e kalkmasını söyledi. Serwin, alnını Amelie’nin elinin arkasına sürterek kaşlarını çattı.
“Uyuyamazsınız. Herkes bekliyor. Hem, yemeğinizi es geçemezsiniz.
Serwin gözlerini kıstı.
“Yemek benden daha mı önemli?”
“Kahvaltı önemli.”
Neden cevabı bu kadar belli bir şey soruyorsun ki? Amelie, bakışıyla Serwin’i dürttü. Serwin iç çekerek kalktı.
“Tamam tamam. İyi dinlemek için karnını iyi doyur.”
Büyük eliyle Amelie’nin kafasını okşadı. El hareketini kabul etmek kolay değildi. Amelie, Serwin’in tavrının değiştiğini hemen fark etmişti ama Serwin’in aklındaki Amelie = evcil kuş bağlantısını bilmediği için onun değişimini anlayamamıştı.
~~~
İkisi kışladan çıktıklarında şövalyelerin gözleri bir anlığına onlara kaymıştı. Ancak Serwin’in tehdit edici bakışlarıyla gözlerini hızlıca başka yere çevirip çalışıyor gibi davranmışlardı.
“Dün gece iyi uyudunuz mu?”
Sahneyi izleyen Ethan o ikisine yaklaştı ve onlarla konuştu.
“Evet, ben iyi uyudum. Ya sen, Sör Ethan?”
“Ben de iyi uyudum.”
Ethan, şaşkınlıkla Amelie’ye baktı. Onun yerinde kendisi olsaydı Serwin’in yanında asla rahat bir şekilde uykuya dalamazdı.
‘Beklenmedik bir şekilde cüretkarsın.’
Bu birazcık etkileyiciydi. Ethan, Amelie’ye karşı olan değerlendirmesini yükseltti.
Serwin, kafasını Amelie’nin omzuna yasladı. Boy farkından dolayı bayağı bir eğilmesi gerekmişti ama rahatsız olsa bile gözleri kapalı bir şekilde uykuya dalacak olması kuvvetle muhtemeldi. Amelie, yana doğru kaçarak hızla ondan kurtuldu.
“Uykunuz varsa at arabasına girip uyuyun. Felaket ortaya çıkarsa haberimiz olur, değil mi?”
Serwin, dargınlıkla Amelie’ye baktı ama onu sürüklemedi veya onun işini bölmedi. Amelie, Maxim’le buluşup yemekte ona yardım ederken Serwin de Amelie’yi takip etti. Ne konuşuyordu ne de müdahale ediyordu. Sadece Amelie’nin arkasına yapıştırılmış gibi onu takip ediyordu ve Amelie durmak istediğinde tek yapması gereken kafasını Serwin’in omzuna yaslamaktı.
‘Nasıl desem-?’
Sahibini takip eden yavru köpek? Yavru kuş? İki şekilde de Serwin’ eşlik etmek yeterince ürkütücüydü.
Bunu görmek zorunda kalan şövalyeler görüntüden dolayı neredeyse bayılacaklardı. Birazcık kabaydı ama her zaman mükemmel ve saygın bir hükümdardı. Onun, boş bir yüzle kendisinden kısa bir kadının peşinden koştuğunu görmek onlar için şok ediciydi.
Bunu uzun süreden sonra ikinci kez görüyorlardı. İlkini cadıların orman evinde görmüşlerdi fakat o zamanki çok kısaydı. Zaman geçtikçe bunu akla uygun hale getirmişler ve “Bizim Majestelerimiz öyle bir şey yapamaz.” diyerek unutmuşlardı ama şimdi o kadarını bile yapamıyorlardı. Kafa karışıklığı içindeydiler; şaşkınlık, şüphe, inkar ve yine şüphe aşamalarından geçiyorlardı.
‘Ha…’
Amelie iç çekti. Onların şaşkın bakışları yüzünden cildi acıyordu. Serwin’in görünüşü çok şaşırtıcıydı; şövalyeler gizlice bile bakmıyorlardı, direkt bakıyorlardı.
‘Şimdi ben de bilmiyorum.’
Amelie çaresiz durumdaydı. Büyü kullanarak kışlayı düzenledi ve bulaşıkları bir anda kurutabilmek için yıkadı. Sonra çay demlendi, içine büyü hapları katıldı ve şövalyelere dağıtıldı.
Amelie, tüm bunları tek bir yerde dikilerek yapmıştı ve tüm görevlerini sadece tek bir hareketle yerine getirmişti. Şövalyeler boş boş Amelie’nin el hareketlerine bakmışlardı. Özellikle, Amelie bir şey yaptığı zaman Roen’in omuzları irkilmişti.
Çay içtikten sonra grup tekrar ilerlemeye başladı ve tabii ki Serwin, Amelie’yi at arabasına kadar takip etti ve kısa süre içinde tekrar uykuya daldı.
~~~
İkinci ulaşım büyü çemberini geçtikten sonra karşılarına başka bir dünya çıkmıştı. Ova, dağlık bir alana dönüşmüştü. Burası, yalnızca Serwin ve onun grubu tarafından kullanılabilen bir gizli seyyar büyü kampıydı.
Üstelik dünden beri yağmur yağıyordu bu yüzden yerler çamurlu ve yumuşaktı. Olabilecek en kötü havaydı. Ancak İmparator’un şövalyeleri tereddüt etmeden hızlıca dağdan inmişlerdi.
‘Çok hızlı.’
Roen dişlerini sıktı ve atı sürdü. Uzun yolculuktan dolayı yorulmuş olmalıydı ama aşağı inişleri çok hızlıydı. Dürüst olmak gerekirse, ayak uydurmak için fazla hızlıydı. Ancak etrafına bakındığında mücadele eden tek kişinin kendisi olduğunu gördü.
‘Çay yüzünden mi-’
Meslektaşlarıyla kendi arasındaki tek fark buydu. Onlar Amelie’nin çayını içmişlerdi, kendisi içmemişti.
‘Ama bu çok şüpheli. Nasıl bir bardak çay onlara bu kadar enerji verebilir?’
Serwin’le yüzleşmiş olsa da içgüdüsel duygusunu tamamen görmezden gelememişti o yüzden çayı almış olmasına rağmen içmemişti.
Ancak zaman geçtikçe çayı içmediği için biraz biraz pişman olmaya başlamıştı. Durmak bilmeyen yağmur hareketlerini engelliyor ve vücudundaki ısıyı tüketiyordu. Roen’in fiziksel gücü hızlıca tükenmeye başlamıştı.
‘Geride mi kalsam? Hayır. Çayı içmediğimi herkes biliyor.’
Roen, kendisiyle alay edilmesini istemediği için devam etmeye başladı. Geride bırakılmıştı ve güçlü olduğunu kabul etmek istememişti. Kafasını eğdi ve bacaklarını sıktı.
Dayanıklılığı iyi olan Roen, ilk başta dayanıyor gibi görünmüştü ama sınırına çabucak gelmişti.
“Ah!”
Baldırına kramp girmişti çünkü atın üzerinde dik durmak için çok fazla güç kullanmıştı. Roen yavaşlarken atı sendeledi ve Roen sarsıldı. Bu büyük bir olaydı, kendisi ön tarafta koşuyordu. Şu an düşerse yüksek ihtimalle iki tarafında olanlarla birlikte arkasındaki şövalyeler tarafından çiğnenirdi. Öndeki şövalyeler çok hızlanırsa ve gruptan ayrı olurlarsa tehlike ile karşılaşabilirlerdi.
‘Lanet olsun! Neden bu kadar inatçıyım ki?!’
Bir anlığına Roen bundan pişman oldu.
Eğer sınırlarını kabul edip arkasındaki insanları önden göndermiş olsaydı sadece kendisi uğraşmış olacaktı ve bitecekti. Ya da yavaşlamayı teklif edebilirdi. Çünkü şu an hepsinin birlikte düşmesi için fazla sebebi yoktu.
‘O çayda ne var öyle!’
Keşke çayı gözü kapalı içseydi, arkadaşlarına zarar vermektense kendisini riske atmayı tercih ederdi. Serwin, kendisinin bile inandığı çayı Roen’in içmediğini öğrendiğinde ne derdi acaba?
“Sör Roen! Gözlerini aç! Eğer zorlanıyorsan geride kal!”
Ethan’ın sesiyle Roen’in gözleri kocaman açıldı. Burada neler oluyordu? Düşmek şöyle dursun etrafındaki meslektaşları gibi koşuyordu. Kimse Roen’in neredeyse düşmek üzere olduğunu bilmiyordu.
‘Neler oluyor- Hah! Ayaklarım havalanmış!’
Atı havada çifte atıyordu. Ne olmuştu öyle? Roen etrafına bakındı. O anda at arabasının içinde saklanan pembe saçları gördü. Bunlar Amelie’nin saçlarıydı. Roen, Amelie’nin bavulunu parmak ucunda taşıdığını hatırladı. Bu durumda onu ve atını havaya kaldırabilecek tek kişi Amelie’ydi.
Roen’in beklediği gibi, onu kurtaran Amelie’ydi. Sıkıldığı için pencereden dışarı bakıyordu ve Roen’in neredeyse düşmek üzere olduğunu gördüğünde onu büyüyle yakalamıştı.
‘Cadı beni kurtardı mı-?’
Roen boş boş at arabasına baktı. Kendisi ve atı yavaş yavaş yavaşlamıştı ve arkasındaki şövalyeler ilerledikten sonra yere inmişti. Şövalyeler sadece Roen’in yorulup yavaşladığını düşünmüşlerdi ama görünüşe göre onun neredeyse düşmek üzere olduğunu bilmiyorlardı.
‘Neredeyse büyük bir kaza oluyordu-’
Onlara yetişmeye çalışırken neredeyse bütün meslektaşlarını tehlikeye atıyordu. Sadece düşünmek bile omurgasının titremesine sebep olmuştu.
Eğer Amelie olmasaydı bir facia gerçekleşebilirdi. Amelie yalnızca felaketi önlememişti, Roen’in hayatını da iki kez kurtarmıştı. İlki, o düşmesin diye onu tutmasıydı ve ikincisi de onun neredeyse düşecek olduğunu gizlemesiydi. Serwin, onun bir hata yaptığını öğrenseydi bunun peşini bırakmazdı. Roen, son olay yüzünden ölüm cezası alırdı.
‘Ondan şüphelendim ve ona şey diyecek kadar ileri gittim-’
Yine de Amelie ona yardım etmekte tereddüt etmemişti. Hem de Roen öncesinde öyle davranmış olmasına rağmen.
‘Cadı… Hayır, Amelie iyi biri.’
Bu gerçeği fark ettiğinde bir sürü pişmanlığı olmuştu. Amelie böylesine iyi biriyken neden onun Serwin’i şartsız olarak inciteceğini düşünmüştü ki?
Bir şövalye olarak, efendisinin üzerinde böylesine büyük bir etkisi olan garip bir kadından şüphelenmesi normaldi ama yöntemi yanlıştı. “Cadı” güçleri anlaşılmazdı o yüzden bu güçlerin sadece tehlikeli olduğu sonucuna varmak iyi bir karar değildi. Önce Amelie’nin nasıl biri olduğuna ve güçlerini nasıl kullandığına bakmalıydı.
Amelie, büyüyü sadece insanlara yardım etmek için kullanmıştı. Yemek pişirmek, toparlanmaya yardım etmek, neşelenme çayı hazırlamak vb. Büyüsü basit ve nazikti.
‘Gerçekten sadece Majesteleri için mi endişelendim? Öyle olsaydı Majesteleri direkt beni uyardığında fikrimi değiştirmiş olmalıydım.’
Zihni önyargı ile meşguldü. Serwin, bunu fark etmesi için ona bir şans vermiş olabilirdi.
‘Saçma bir şey yapma, bu konuda hiçbir şey söylememeliydim-’
Roen geçmişe gidip en azından Amelie’ye kaba davrandığı zamanki halini yumruklamak istiyordu ama geçmiş çoktan geçmişte kalmıştı. Hatası nedeniyle özür dileme şansı bile olmamıştı.
Birçok pişmanlığının üzerine kafa yorarak çamurlu yokuştan aşağı indi.