Fansub : MagicToon
Çevirmen :Nek10
Bölüm 1: Ne olursa olsun, Hikigaya Hachiman Çürük Biri
Kompozisyonumı sesli bir biçimde okurken Japonca öğretmenim Shizuka Hiratsuka sinirden küplere bindi. Ben de dinlerken fark ettim ki yazma kabiliyetim ustalıktan çok uzaktı. Eğer birkaç havalı sözcüğü yan yana getirirsem akıllı gözükeceğimi düşünsem de ortaya çıktı ki bu aslında sıkıntıya düşen yazarların düşüneceği ucuz bir taktikmiş. Bahsetmişken… Beni çağırmasının sebebi bu muydu? Bu olamazdı. Yazdığımın amatör bir kompozisyon olduğunu halihazırda biliyordum. Hiratsuka-sensei okumayı bitirince elini alnına koydu ve derin bir iç çekti.
Söyle Hikigaya, sınıfta verdiğim ödev neydi?
…şeeeyyy, Lise Hayatına Geri Bakış konulu bir kompozisyon ödeviydi.
Kesinlikle. O zaman neden bir tehdit mektubu yazdın? Terörist misin? Ya da belki de, bir aptal?
Bir kez daha iç çekti ve elini kızgın bir biçimde saçından geçirdi.
Şimdi düşünüyorum ki, ona ’kadın öğretmen’ yerine mistress demek daha erotik duyulmasını sağlıyor.
Çevirmen Notu: Mistress İngilizcede ayni anda hem kadın öğretmen hem de sahibe ve metres anlamlarına geliyor. Orjinalinde de İngilizce olarak kullanıldığını düşündüğümden öyle bıraktım.
Ardından, bunları düşünerek kendi kendime sırıtırken, bir kağıt destesi kafama indi.
’İlgi göster!’
’Evet.’
’Gözlerin çürüyen bir balığınkine benziyor.’
’Gerçekten o kadar da Omega-3 zengini mi gözüküyorlar? Akıllıymışım gibi duyuluyor.’
Ağzının kenarları yukarı seyirdi.
’Hikigaya, bu tatsız kompozisyon da ne? En azından bir türden mantık duymak isterdim.’ Kaşları ses çıkaracak kadar ölümcül bir şekilde çatılmış, aniden parlayan gözleriyle bana hançerler fırlatıyordu. Sadece güzellikle lanetlenmiş bir kadın istemsizce sizi içine çekerek üzerinizde hakimiyet kuracak kadar tehlikeli biçimde güçlü bir ifade kabiliyetine sahip olabilir. Söylemek gerekirse, bu gerçekten korkunçtu.
’Ah, yani, ben… lise hayatını yansıttım, yansıtmadım mı? Biliyorsunuz ki, bu tam olarak da modern lise hayatının olduğu şey! Benim kompozisyonum buna pek tabi yakın!’ Sözlerimi ardı ardına beceriksizce sıraladım. Sadece insanlarla konuşmak bile beni yeterince gererken, yaşça benden daha büyük bir kadınla konuşuyor olmak beni daha da gerdi.
’Genel olarak, bu tarz sorular kendi tecrübene atıfta bulunmaı ister, düşünemedin mi?’
’Madem öyle önceden söyleyerek soruya giriş yapın lütfen. Öyle yapmış olsaydınız, ben de ona uygun bir kompozisyon yazardım. Yanlış yönlendiren bir soru yazmak sizin hatanız değil mi Sensei?’
’Agh, bilginlik taslamayı kes çocuk’
’Çocuk…? Tabi ki sizin yaşınızda birinin bakış açısından çocuk olduğum kesin.’
Rüzgar koptu. Bir yumruktu. Herhangi bir hareket göstergesi olmadan atılan bir yumruk. Ve bu yeterli değilse, yanağımı sıyıran atkileyici bir yumruktu.
’Sıradaki ıskalamayacak.’ Gözleri ciddiydi.
’Özür dilerim. Yeniden yazacağım.’ Sözlerimi vicdan azabı ve pişmanlık gösterecek şekilde özenle seçmeliyim. Ama Hiratsuka-Sensei’in şu anda yaşadığı birçok şeyin arasında ‹tatminiyet’ yoktu. Diz üstüne çöküp ayağına kapanmaktan başka bir seçenek yok gibi görünüyordu.
Pantolonumdaki kıışıklıkları düzeltmeye giriştim, ve onları ortadan kaldırır kaldırmaz sağ bacağım çökerek yere yapışılı hale geldi. Kusursuz ve akıcı bir hareketti.
’Biliyorsun, sana kızmadım’
..Ov, demek buraya geldi. Her zaman şu ’Sana kızgın değilim. Sadece söyle’ şeyini yapıyorlar. Bunu söyleyen birinin sinirli olmadığını daha önce hiç görmedim. Yinde de şaşırtıcı biçimde, gerçekten de sinirli değildi. Tabi, yaşından bahsettiğim an dışında.
Sağ dizimi yerden kaldırırken gizlice tepisini gözlemledim.
Şişkin göğüslerinin önündeki şişkin cebinden bir Seven Stars çıkarttı ve filtresini sertçe masaya tıklattı. Bu yaşla bir adam hareketiydi. Tüttünü toparladıktan sonra 100-Yen’lik bir çakmakla sigarasını yaktı.
’Herhangi bir klüpte değilsin doğru mu?’
’Doğru.’
’…Herhangi bir arkadaşın var mı?’
Sanki halihazırda hiç arkadaşım olmadığını varsayıyor gibi sordu.
’Yanii, s-size tarafsızlık erdemiye yaşadığımı ve bu yüzden insanlarla özellikle samimi ilişkilere girmekten aciz olduğumu bildiririm!’
’Diğer bir değişle hiç yok, değil mi?’
’Ş-şeeyy, teknik olarak…’
Bu cevabı vereceğimi bildiğinden dolayı Hiratsuka-Sensei’in yüzü heyecanla doldu.
’Yani düşündüğüm gibi! Gerçekten de hiç arkadaşın yok! Tam da teşhisi koyduğum gibi. O hayattan yoksun gözlere bir bakış ve hemencecik bildim!’
Yani sadece gözlerime bakarak anladınız mı? O zaman bana sormakla uğraşmasaydınız.
Bilgin bir edayla ’hmmmlarken’ hafifçe başını salladı ve ketum bir ifadeyle beni inceledi.
’…Peki ya bir kız arkadaşın ya da başka birşeyin?’
’Birşey’ ne alaka? Bir erkek arkadaşım olduğunu söylesem ne yapacaktın?
’Şeyy, yani şu anda yok…’
Gelecekle ilgili hayallerimi göz önünde bulundurarak, ne olur ne olmaz diye’şu anı’ içselleştirdim.
’Görüyorum’
Bu kez yaşaran gözleriyle bana daha derin bir biçimde baktı. Sigara dumanının gözlerini rahatsız etmesinden dolayı böyle olduğunu umdum.
Hey, dur, o yumuşak bakışlarla beni acınaası gösterme.
Her halükarda, tüm bu sorgulamanın nedeni ne? Hiratsuka-Sensei şu iştahlı öğretmenlerden miydi?
Şimdi benim nasıl çürümüş bir elma olarak üm çuvalı batırdığımı mı anlatacak?
Belki de eskiden ayrıldığı okula öğretmen olarak dönecek olan bir ihmalkar lise terk öğrencidir… Cidden, sadece, oraya geri dönemez mi?
Hiratsuka-Sensei, bir süre düşündükten sonra sigara dumanını üfler üflemez iç çekti.
’Tamam, şöyle yapalım. Ödevini tekrar yaz.’
’Tamam.’
Ve kesinlikle yapacağım.
Pekala, bu sefer tamamen uygun, saldırganlık barındırmayan, ses aktresslerinin ve gravül sanatçılarının bloglarını andıran bir kompozisyon yazacağım.
Şey gibi: Bugünün yemeği şeydi… köri!
’Şey’ kelimesini neden mi kullandım? Köri yemiş olmama süpriz unsuru ekleyen bu kelimenin kullanılışında kesinlikle bişey yok.
Şu noktaya kadar herşey beklediğim gibi gitmişti. Ama bunu takiben olanlar hayalgücümün çok ötesindeydi.
’Yine de, kalpsizce söylemlerinin ve tavrının kalbimi kırdığı gerçeği ortada. Sana bir kadının yaşıyla ilgili konuşulmayacağını kimse öğretmedi mi? Sonuç olarak, hizmet klübüne katılman gerekecek. Ne de olsa, yapılan yanlışlar cezalandırılmalıdır.’
İncinmiş değil de emreder bir tonda konuşuyordu. Dahası, normalden daha kıpır kıpırdı, neşeli bir halde konuşuyordu.
Bahsi geçmişken, ’kıpır kıpır’ bana istemsizce başka birşeyi hatırlatıyor… Gözümü gerçeklikten kaçırırken gözüm Sensei’in bluzunu zorlayan göğüslerine takılıyor.
Alçakça… Ama yine de nasıl bir insan ceza vermekten haz duyar ki?
’Hizmet klübü mü… orada ne yapmam gerekiyor ki?’ Diye, ürkekçe soruyorum. Bana oluk temizleteceklermiş ve ya daha da kötüsü, insan kaçırmamı isteyeceklermiş gibi hissediyorum.
’Sadece beni takip et.’
Haratsuka-sensei, sigarasını doldurulmuş küllüğe bastırarak ayağa kalkıyor. Ben teklifine dair herhangi bir tanıtım ve ya açıklama alamamış biçimde olduğum yere kök salmışken, Sensei çoktan kapıya gitmiş bana bakıyordu.
’Hey, hızlan’
Kaşlarımı çatıp, yüzümde somurtgan bir ifadeyle onu takip ettim.
Chiba Soubu Belediye Lisesi’nin binası biraz alışılmadık bir şekle sahip. Yukardan bakacak olursanız ağız anlamına gelen kanji (口) ile tıpatıp, ro diye okunan katakana (ロ) ile ise pekçe benzeşiyor. Küçük görsel-işitsel sanatlar odasını da ekleyecek olursak okulumuzun kuş bakışı görüntüsünü tamamlamış oluyoruz. Sınıfların içinde bulunduğu bina yolun kenarında, özel binanın ise karşısında kalıyor. İkinci kattaki bir geçiş iki binayı birbirine bağlayarak da kare şeklini oluşturuyor.
Okul binasının dört tarafından kapattığı boşluksa riajuunun kutsal avlusuydu. Öğle vaktinde kızlar ve erkekler yemeklerini hep beraber burada yerler. Ardından hazmetmeye yardımcı olması için badminton oynarlar. Okulun ardından, arkaplanda günbatımının son ışıklarıyla, denizin tuzlu kokuları meltemle üzerlerindeyken, aşktan bahseder ve yıldızları izlerler.
Benimle dalga mı geçiyorsun?
Dışarıdan bakınca gençlik konulu bir tiyatroda kendi rollerini ellerinden gelen en iyi şekilde oynamaya çalışan oyunculara benziyorlar.
Sadece düşünmek bile titrememe sebep oluyor. Böyle bir tiyatro oyununda muhtemelen ’ağaç’ gibi birşey oynardım.
Hiratsuka-sensei muşamba zemin üzerinde tıkır tıkır yürürken sanki özel binaya yönelecek gibi göründü.
Bununla ilgili içimde kötü hisler var.
Acemiler için, ’hizmet klübü’ denen birşey hiç de iyi olamaz. Buradaki kelime olan ’hizmet’ günlük yaşamda kullanılmazdı, hatta böyle bir sözün kullanımına ancak kısıtlayıcı anlamda izin verilirdi. Yani, örneğin, bir hizmetçinin sahibine vereceği hizmetten bahsedelim. Bu hizmet o anlamda bir hizmet olsaydı tamamen tahrik edici olur ve ’Parti vakti’ moduna sokardı.
Fakat böyle birşey gerçek hayatta olmaz. Hayır, aslında sadece belirli bir ücret ödedikten sonra olur. Ama parayla herşey alınabiliyorsa, hatta böyle birşey bile, bu kadar çürümüş bu dünyada herhangi bir hayalim ya da arzum olamaz. Her halükarda, ’hizmet’ iyi birşey değildir.
Ç/N: Burada kısacası, para verdiğiniz birşeyin gerçekten hizmet olmayacağını fakat para vermediğiniz takirde de hizmet kelimesine karşılık gelen birşeyi alamayacağınızı ima ediyor.
Tahmin edin bakalım, özel binaya ulaştık bile. Kesinkes müzik odasındaki pianoyu taşımam, biyoloji labaratoarından ham artıkları temizlemem ve ya kütüphanedeki kitapları dizmem gerekecek. Eğer durum buysa önlemimi önceden almalıyım.
’Sırtımda şu kronik hastalık var… Neydi adı… fı… fı… fıstık? Evet o…’
’Fıtıktan bahsettiğini varsayıyorum. Fakat durum buysa bile endişelenmene gerek yok. Ağır iş yapmanı istemeyeceğim.’ Hiratsuka-sensei beni son derece aşağılayıcı bir ifadeyle karşıladı.
Öyle olsun. Araştırma ya da başka bir masabaşı iş mi aceba? Bu tarz bir iş angarya işlerden daha yoğun, akılsızca iş anlamına geliyor. Yerdeki bir deliği sadece daha sonra tekrar kazabilmek için doldurulan işkenceye benziyor.
’Sınıfa girdiğim anda ölmeme sebep olan şu hastalıktan var bende.’
’Bu bana hangi uzun burunlu keskin nişancıyı hatırlattı dersin? Hasır Şapka Korsanlarından olanı mı?
Yani shounen manga da okuyor ha?
Yani zahmetli bir işi tek başıma yapmayı dert etmem. Zihnimde bir prizi açarak makine olduğumu açık bir hale getirirsem hiçbir problem kalmaz. Ne de olsa sadece bir cıvata olabilmek için mekanik bir gövde görevi görmem gerek.
’Geldik.’
Öğretmenimin önünde durduğu sınıf pek de sıra dışı değildi. Kapı plakasında yazılı birşey yoktu. Ben merak içinde bakarken sensei sürgülü kapıyı bir takırtıyla açtı. Masalar ve sandalyeler dağınık bir halde köşelere yığılmıştı. Belki de depo odası olarak kullanılıyordur? İçeriğinde diğer sınıflara kıyasla hiçbir farklılık yok. Fazlasıyla normal bir sınıf odası. Fakat, sınıftaki herşeyden en bağımsızı yanlız bir kadındı.
Güneşin ışında kitap okuyordu. Bir ilizyon ya da bir resimden sahne gibiydi. Dünyanın sonu bile gelse orada oturup okumaya devam edecek gibiydi.
Bu sahneyi gördüğüm anda hem aklım hem de bedenim donakaldı. İstemsizce büyülenmiştim. Ziyaretçilerinin olduğunu fark edince ciltsiz kitabının arasına bir ayraç koyup yukarı baktı.
’Hiratsuka-sensei, sanırım size içeri girmenizden önce kapıyı tıklatmanız gerektiğini söylemiştim…’
Zarif yüz hatları. Kapkara dalgalanan uzun saçlar. Sınıfımdaki kızlarınkiyle tamamen ayni olması gereken fakat tamamen farklı gözüken bir üniforma giyiyordu.
’Tıklatsam bile asla cevap vermiyorsun.’
’Bunun sebebi henüz ben cevap vermeye fırsat bulamadan içeriye girmeniz.’ Onaylamayan bir bakış attı. ’Ve sizinle birlikte olan şu boşkafa kim?’
Gözlerindeki soğuk ifadeyle bana saliselik bir bakış attı.
Bu kızı biliyorum. Yukinoshita Yukino-11-J sınıfından.
Tabiki de onu sadece yüzü ve adından biliyorum. Daha önce onunla hiç konuşmadım. Okuldaki insanlarla çok nadiren konuştuğum için onunla konuşmuş olmamın imkanı yoktu. Soubu Lisesinde dokuz standart sınıfın dışında uluslararası arenada aktif olarak iş görebilecek yetenekli öğrencileri yetiştirmeyi amaçlayan bir sınıf da var. Bu sınıfın akademik standardı diğer sınıflara göre iki-üç kat daha yüksek. Genel olarak ya deniz ötesinden geri dönen ya da yurtdışı hayalleri olan öğrencilerden oluşan bir sınıf.
Böyle bir sınıfta belirgin olan, daha doğrusu, doğal olarak insanların ilgisini çeken ve başarılı bir biçimde diğerlerinden ayrışan bir öğrenci var, Yukinoshita Yukino. Sıradan ve ya yerleştirme sınavı fark etmeden istikrarlı olarak notlarımızın en tepesinde oturan başarılı bir biri. Basitçe, o, okuldaki beceriklilik anlamında en yüksek ve en güzel kız ve herkes onu tanıyor.
Öteki tarafta ben, sadece ortalama her anlamda vasat bir öğrenciyim. İşte bu yüzden beni tanımasa bile söylediğine alınmadım. Ama ’boşkafa’ kelimesini kullanması beni acıttı, o kadar acıttıki dikkatim daha önce ayni isimde bir şeker olduğu düşüncesine kaydı. Son zamanlarda onlardan hiç görmedim…
Hiratsuka-sensei’in suflörlüğünde aydınlanma içerisinde başımı salladım. Muhtemelen hafiften kendimi tanıtma faslına geçme zamanı.
’Ben Hikigaya Hachiman-11-F sınıfındanım. Emmm, hey, katılmak derken ne demek istedin? Neye katılmak bu klübe mi?
Ç/N: Katılmak kelimesi nerede geçti diye aklınız karıştıysa diye not düşeyim dedim. Hikigaya burada Hiratsuka-sensei ona ne derse onu tekrarlıyor. Süflörlük derken kast edilen bu.
Sensei konuşmaya başladı. Yoksa ne söyleyeceğimi önceden tahmin mi etmiş?
’Ceza olarak bu klübün aktivitelerinde yer almalısın. Herhangi bir soru, karşı çıkma, protesto, ayni fikirde olmama ve karşı cevaba iznim yok. Birazcık sakinleş. Davranışlarının karşılığını al!’ Hükmünü çok kesin ve protesto etmeme olanak vermeyecek bir şekilde ilan etti. ’Bahsi açılmışken, muhtemelen kalinin çürüdüğünü sadece bakarak anlayabiliyorsundur.’ Bunun sonucu olarak kendisi acınası ve yanlız biri.’
Yani sadece bakınca belli mi oluyor?
Sensei yüzünü Yukinoshita’ya dönüyor ve konuşuyor. ’Eğer sosyalleşmeyi öğrenirse davranışlarını biraz da olsa temizleyebilir. Onu sana bırakabilir miyim?’ Onun çürük, münzevi eğilimini düzeltmeni talep ediyorum.’
’Eğer durum gerçekten de buysa, onu tekmeleyip döverek terbiye etmeniz makbul olurdu.’ diye kibirli bir biçimde yanıtlıyor Yukinoshita.
…Ne kadar da korkutucu bir kadın.
’Yapabileceğim birşey olsa yapardım, son zamanlarda ben de biraz problem yaşıyorum. Ayrıca fiziksel şiddete izin verilmiyor.’
…Psikolojik şiddette hiçbir sorun yokmuş gibi söyledi.
’Tüm saygımla reddediyorum. Bu çocuğun şehvet dolu bakışları hayatımdan endişe etmeme sebep oluyor.’ Yukinoshita öncelikle yakasını düzeltiyor, ki en başından beridir yeri olması gereken yerden farklı değildi, ardından bana bakıyor.
Senin ileri derecede gösterişsiz göğüslerine bakmıyorum….Yoksa bakıyor muyum? Hayır, hayır, hayır, gerçekten de bakmıyorum. Sadece bir anlığına görüş açıma girdiler ve ben de anlık bir dalgınlık yaşadım.
’Endişe etme Yukinoshita. Onun gözleri de kalbi de öyle çürümüş ki, kendini tutma ve bir şeyi yapmaktaki yarar-zarar dengesini hesaplamakta usta. Yasal olarak cezalandırılabilir herhangi birşey yapamaz. Onun küçük haydut yapısına güvenebilirsin.’
’Bu tam olarak bir iltifat sayılmaz…Hata yapmadınız mı? Bu yarar-zarar analizi yapabilmem ve ya kendimi tutabilmemle alakalı değil ki. Ben olsam mantıklı yargılarda bulunabilme kabiliyetimin olduğunu söylerdim.’
’Küçük bir haydut…Anladım.’ dedi Yukinoshita.
’Beni dinlemiyorsun bile ve hemencecik kadına hak verdin.’
Hiratsuka-sensei ikna konusunda mı başarılı oldu yoksa benim küçük haydut doğam güvenini mi kazandı? Hangisi olduğu fark etmeksizin Yukinoshita onun beni görmesini istemediğim her şekilde görüyor.
’Madem ki bu Sensei’den gelen bir istek, pek tabi ki rededemem…Kabul ediyorum.’ diye konuştu Yukinoshita inanılmaz bir tiksintiyle.
Sensei memnuniyetle sırıtttı. ’Tamam öyleyse. Kalanını size bırakıyorum.’ Diyerekten alelacele odayı terk ediyor. Bense ortada yanlız başıma durduğum bir biçimde kalıyorum.
Dürüst olmak gerekirse, beni tek başıma bıraksaydılar daha az streslenirdim. Genel olarak izole ortamlarda bulunmamdan dolayı bu beni daha çok evde hissettirirdi. Saatin yelkovanı öylesine dehşet yavaştı ki gürültülü tiklemesini duyabiliyordum. Hey, bekle, bu gerçek mi? Ani bir romantik komedi gelişmesi? Odaya inanılmaz bir gerilim örtüsü çökmüştü. Durum hakkında hiçbir şikayetim yok.
Bir anda aklıma acı tatlı bir ortaokul anım geldi.
Okul sonrasıydı. Sınıfta sadece iki öğrenci vardı. Perdeler hafif rüzgarda sallanıyordu ve batmakta olan güneşin ışıkları içeri akın ederken oğlan cesaretini toparlayıp açılıyordu.
Kızın sesini hâlâ hatırlayabiliyorum. ’Sadece arkadaş olamaz mıyız?’
Ah hayır. Bu kötü bir anıydı. Arkadaş kalmayı bırak o andan sonra bir daha konuşmamıştık bile. Bu yüzden arkadaşlığın insanların birbiri arasında sohbet bile etmediği bir ilişki biçimi olup olmadığını merak etmeye başlamıştım.
Pekala, olay şu ki, güzel bir kızla beraber bir odaya kapanmak gibi bir romantik komedimsi olay gerçek hayatımda asla başıma gelmezdi. Şimdi ise yüksek derece hazırlanmış olduğum için böyle bir tuzağa düşmeme imkan yok. Kızlar gösterdi ki yakışıklı ve popüler kişilerden hoşlanıyorlar. Ve ayrıca onlarla saf olmayan ilişkilere girerler. Bunun düşüncesi bile kıs kıs gülmeme sebep oluyor.
Diğer bir deyişle, onlar benim düşmanım.
Şu ana kadar, bu tarz birşeyi yeniden tecrübe etmemek için çalıştım. Bir romantik komedi gelişimine yakalanmamak için en hızlı yol nefret edilmektir.
Savaşı kazanmak için muharebeyi kaybetmek. Gururumu korumak için elimden geleni yaparım ki popülerlik gibi şeylere ihtiyacım olmasın!
Hazır söylemişken, selamlamak yerine Yukinoshita’ya sert bakarak onu tehdit etmeye karar verdim. Vahşi yaratıklar gözleriyle öldürür!
Grrrrr-!
Yukinoshita, yanıt olarak bana bir çöp parçasıymışım gibi baktı. Büyük gözlerini yarı kapatmış gibi kıstı ve soğuk bir şekilde iç çekti. Ardından, akan bir nehrin çağlaması gibi bir sesle bana konuştu.
’…Orada dikilmeyi ve rahatsız edici hırlama sesleri çıkarmayı bıraksan nasıl olur? Sadece otur.’
’Ha? Ah, tabi. Özür.’
…Vauv, o gözler de neyin nesiydi şimdi? O kız vahşi bir yaratık mı?
O gözler kesinlikle beş kişiyi öldürebilirdi. Tıpkı leoparın ağzında yakalanan o şarkıcı Matsushima Tomoko gibi. Az önce istemsizce ve içgüdüsel olarak o kızdan özür mü diledim ben? Kasıtlı olarak onu korkutmaya çalışmamışken bile Yukinoshita bana düşmancıl bir tavır almıştı. Sinirden arınmış biçimde boş bir sandalye çekip oturdum. Yukinoshita sonrasında beni bir karış bile umursamadı. Anında ciltsiz kitabını geri açtı. Çevrilen sayfaların sesi de ardından geldi. Ne okuduğunu kapağa bakarak anlayamasam da bir tür edebi eser olduğunu anlayabildim. Salinger, Hemingway ve ya Tolstoy gibi. Verdiği intiba bu tarz bişeylerdi.
Yukinoshita bir tür soyluya benziyor. Bir onur öğrencisi ve herzaman, ne olursa olsun güzel bir kız. Ama tıpkı diğer elitler gibi Yukino Yukinoshita da sosyal çevreden yoksun. İsmi ’kar altında kar’ gibi okunuyor ve ona uyuyor da. Ne kadar güzel olursa olsun, o dokunulmaz ve elde edilemez. Yapılabilecek tek şey güzelliği üzerine düşünmek.
Dürüst olmak gerekirse, bu abzürd olayların sonucunda onunla tanışabileceğimi hiç düşünmezdim. Arkadaşlarım duysa kesin kıskanırdı…Tabi arkadaşlarım olsaydı.
O zaman, Bayan Güzel’le burada ne yapmam gerekiyor?
’Yanlış olan birşey mi var?’
Muhtemelen ona çok uzun süre baktım. Yukinoshita da bana baktı, kaşları hoşnutsuzluk içinde çatılmış bir biçimde.
’Ah, benim hatam. Tüm bunlar hakkında ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.’
’Neler hakkında?’
’Yani demek istediğim, buraya akıl karıştırıcı bir açıklama hariç birşeyim olmadan geldim.’
Cık-cıklamak yerine, duyduğu rahatsızlığı kitabının kapağını hışımla kapattı. Ardından gözleriyle bana tıpkı bir böcekmişim gibi bakıp, çaresizlikle iç geçirip birkaç smz söyledi.
’…Sanıyorum ki haklısın. O zaman bir oyun oynayalım.’
’Oyun?’
’Evet, bu klübün ne tarz bir klüp olduğunu tahmin etmeni mecbur kılan bir oyun. Öyleyse, bu ne tarz bir klüp?’
Odada kilitli güzel bir kızla oyun…
Bir tür erotik elementin dahil olduğunu hissedebilirdim ancak…Kızın verdiği hava yuuşak kalplili olmaktan ziyade bilenmiş bir bıçak gibiydi, o kadar keskin ki oyunu kaybedersem hayatımın son bulup bulmayacağını merak ettim. Romantik komedi atmosferi de nereye gitti? Saha çok Kaiji gibi olmadı mı?
Ç/N: Kaiji, ’Squid Game’ tarzı’ bir anime.
Baskı altına girmiştim, soğuk terler dökerken bir ipucu bulmak için odanın içerisine göz gezdirdim.
’Başka klüp üyeleri de var mı?’
’Hayır, namevcut.’
Bu klüp açık kalmayı başarabilecek mi ondan bile emin değilim. Açıkça belirtmek gerekirse hiçbir ipucu yok. Hayır, dur. Tam aksine ipucu olmayan hiçbirşey yok. Övünmek gibi olmasın ama küçüklüğümden beri arkadaşımın azlığı beni tek kişilik oyunlarda çok iyi yaptı.
Kendi maceranı seç kitaplarında ve bilmecelerde kendime pek güveniyordum ve liseli soru-cevap programlarını kazanabileceğimi bile düşünüyordum. Madem bu klüp başka üyeleri alamıyor bu demek oluyor ki başka kişiler katılım gösteremez. Buradan çıkaracabileceğim çok şey var. Eğer fikirlerimi en başından beri organize etmiş olsaydım cevap netleşecekti.
’Edebiyat klübü?’
’Gerçekten mi…? Nereden çıkardın?.’ Yukinoshita yüksek bir ilgiyle sordu.
’Alışılmadık düzen, herhangi bir özel ekipmana ihtiyaç duyulmayışı ve yeterli üyesi olmamasına rağmen klübün kapatılmaması gerçeği. Diğer bir deyişle, herhangi bir masrafa gerek duyulmayan bir klüp. Buna ek olarak, senin kitap okuman. Cevap en başında beri ortadaydı.’
Söylemek gerekirse kusursuz bir tümevarım. ’Ah… öyle mi?’ deyip bana ipucu veren bir gözlüklü ilkokul çocuğu olmadan bile çantada keklik.
Ç/N:Detective Conan’a gönderme.
Bayan Yukino’ya bile takdir ve hafif bir darılma eşliğinde ’Görüyorum…’ dedirtebilir.
’Doğru değil.’ dedi Yukinoshita küçümseyici bir kısa kahkahayla.
…Şimdi sinirlenmeye başlıyorum. Kim senin kusursuz ve mükemmel süperinsan olduğunu söyledi? Daha çok şeytani süperinsansın.
’O zaman ne türden bir klüp bu?’ Sesimdeki rahatsızlığa rağmen Yukinoshita’nın bunu umursadığına dair en ufak bir belirti yoktu. Böylece oyunun devam edeceğini doğruladı.
’Pekala, sana en mühim ipucunu vereceğim. Benim burada oluşum, şu anda gerçekleştirdiğim eylem, bu klübün aktivitesi.’
Sonunda bana yardım ediyor. Ama söylediği cevapla pek de alakalı değil. Sonuçta bir önceki sonucun aynisine varacağım-bir edebiyat klübü.
Hayır,dur. Sadece bir dakika bekle ve sakinleş. Soğut olayı. Sakin davran Hikigaya Hachiman.
Dedi ki ’benden başka klüp üyesi yok’. Yine de klüp faliyet gösteriyor.
Diğer bir değişle, bu hayalet üyelerin olduğu anlamına mı geliyor? O zaman hikayedeki can alıcı nokta hayalet üyelerin gerçekten de hayalet olmaları olurdu. Ve en sonunda romantik komedim benim ve güzel bir hayalet kızın arasında gelişecek şekilde kararlaştırılacaktır.
’Kültist araştırma topluluğu!’
’Sana klüp olduğunu belirtmiştim…’
’K-kültist araştırma klübü!’
’Yanlış…Bu çok saçma. Hayaletler yoktur.’
’Ç-çünkü biliyorsun,onlar gerçekten yoktur! Korktuğumdan falan da demiyorum bunu!’ Gibi birşey diyerek en ufak derecede tatlılık göstermeden tüm gücünü bana en küçümseyici gözlerle bakmak için kullandı. Öyle gözlerdi ki sanki ’Aptallar ölmeli.’ der gibi bakıyordu.
’Pes ediyorum, hiç bir ipucum yok.’
Sanki bu kadarcıkla anlayabilirmişim gibi. Daha da basitleştirmen gerekirdi. Şey gibi, ’Yukarısında gözyaşlarından sel, aşağısında alevlenen bir ev yangını var. Neyim ben?’ Evin gerçekten yandığından olmasın? Her halükarda tahmin etme oyunundan çok bir bilmece.
Ç/N: Bir Japon bilmecesiymiş. ’Üzerimde sel altımda alevlenen yangın. Neyim ben?’ cevabı ise küvet. Çünkü evin yanıyor diye küvette ağlıyorsun.
’Hikigaya-kun. En son bir kadınla konuşmanın üzerinden ne kadar vakit hasıl oldu?’
İleri gidip aniden akıl yürütme zincirimi kıracak alakasız bir soru sordu. Bu kız gerçekten işini biliyor.
Anı saklama yeteneğime oldukça güveniyorum. Çoğu insanın unutacağı önemsiz konuşmaları dahi aklımda tutabiliyorum- o kadar ki sınıftaki kızlar bana onları gizlice takip ediyormuşum gibi davranırdı. Üstün hippokampüsüme göre en son bir kızla konuştuğumda 2 yıl önce Hazirandı.
Kız:’ Bugün çok sıcak değil mi?’
Ben:’Daha çok nemli gibi, öyle düşünmüyor musun?’
Kız:’Ne?…Oh…Hm…evet, herhalde.’
Son.
Bunun gibi bişeydi. Benim değil de benim çaprazımda oturan kızla konuştuğu gerçeği dışında. İnsanlar genelde hoş olmayan anıları hatırlar. Şimdi bile, gecenin bir yarısında bu vakayı hatırlayınca bana yorganı kafama kadar çekip bağırma isteği geliyor.
Tam da bu dehşet olayı aklımdan geçirirken, Yukinoshita sesli bir beyanatta bulundu.
’Varlıklı olanların varlıksızlara bağış yapması hayır kurumları tarafından teşvik edilir. İnsanlar bunu gönüllü yardım olarak adlandırır. Gelişmekte olan ülkelere yardım sağlamak, evsizlere çorba dağıtmak, popüler olmayan çocuğa güzel kızla sohbet etme şansı tanımak. Yardıma ihtiyaç duyanlara el bahşetmek. Bu klübün yaptığı şey bu.’
Bir noktada Yukinoshita ayağa kalkmıştı. Doğal olarak bana yukarıdan bakıyordu.
’Hizmet klübüne hoş geldin. Seni davet ediyorum.’
Sesinin pek de hoş karşılar gibi olmadığı bunu direkt olarak yüzüme bakarak söylerkenki tarzından dolayı bariz bir gerçekti. Bu biraz gözümü yaşarttı. Kız yaralarıma tuz basarak beni daha da depresif bir hale sokmaya devam ediyordu.
’Hiratsuka-sensei’ye göre acınası varlık gösterenleri kurtarmak üstün olanların göreviymiş. Benden rica ettiğinde muvaffak olacağımdan ve bu sorumluluğu yerine getireceğimden emin olacağım. Sorununu düzelteceğim. Biraz şükran göster.’
Belkide ima ettiği şey ’noblesse oblige’di. Soyluların, onurlu ve cömert davranış gösterme yönündeki etik yükümlülüğünden bahseden bir Fransızca terim. Yukinoshita, kollarını kavuşturmuş orada dikilirken kesinlikle soyluluktan bahsetti. Aslında, notlarını ve dışarı verdiği görüntüyü hesaba katarsak ona soylu demek bir abartı da olmazdı.
’Bu f*hişe…’
Ama daha fazla ssöyleyemezdim. Emrimdeki tüm kelimeleri acınası olmadığımı belirtmek için kullanmalıyım.
’…Biliyorsun, söyleyen ben de olsam, ben de yeterince üstün biriyim! Japonca yetkinlik sınavında 3. olmuştum! Gayet iyi de gözüküyorum! Eğer herhangi bir arkadaşım ve ya kız arkadaşım olmamasına bağlı olarak saygısızlık ediyorsan bil ki ben zirvede yanlızım.’
’Sanırım, sona doğru sona doğru ölümcül bir kusurdan bahsettiğini işittiğimden eminim…Tüm bunları bu kadar özgüvenle söyleyebiliyor olman bir açıdan inanılmaz. Sen bir ucubesin. Şimdiden korkmaya başladım.’
’Kes sesini. Bunu senin gibi garip bir kızdan duymak istemiyorum.’
Kız gerçekten de garip. En azından dedikodular onu söylüyor. O dedikodular ki az önce kulak misafiri oldum çünkü kimseyle konuşmuyorum. Yukinoshita’nın göründüğünden çok farklı biri olduğunu söylüyorlardı.
Bu muhtemelen bir soğuk-kraliçe denen şeyden olduğu anlamına geliyor. Ve şimdi de soğuk bir gülümseme takınmış. Daha açıklayıcı bir kelime kullanmak gerekirse, sadistik bir gülümseme.
’ Hm…Gözlemlerime dayanacak olursak, senin yanlızlığın çürümüş zihnin ve alaycı mizacından kaynaklanıyor.’ diye hevesle sonuçlanırıyor Yukinoshita. ’İlk olarak sana toplumda bir yer bulacağım. Bu kadar acınası olmandan dolayı seni yanlız bırakmam doğru olmaz. Biliyor muydun? Sadece ait olacak bir yer bularak kişi, yanarak bir yıldız oluşturacağı trajik kaderden kaçabilir.’
’Geceşahini Yıldızı, değil mi? Bu biraz inekçe.’ Eğer şu an olduğum gibi Japonca sınavında 3.olan, kültürel farkındalığı yüksek bir dahi olmasaydım bu göndermeyi anlamayacaktım. Ayrıca, sevdiğim bir hikaye olduğundan iyi hatırlıyorum. Gerçekten ağlamış olmam da çok trajik. Herkes tarafından sevilecek türden bir hikaye.
Ç/N: Geceşahini olarak adlandırılan bir kuşun çirkimliğinden dolayı dışlananmaktan dolayı uzaklara uçtuğu ve sonuç olarak öldüğü ardından da bedeninin ışık saçan bir yıldıza döndüğü bir Japon fabl hikayesiymiş.
Verdiğim karşı cevaba yanıt olarak, Yukinoshita’nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. ’…Afallamış durumdayım. Senin gibi ortalama alrı bir lise çocuğunun Miyazawa Kenji’nin eserlerini okumasını beklemiyordum.’
’Az önce beni mi küçümsedin?’
’Üzgünüm. Birazcık abartmış olabilirim. Sadece vasat demek muhtemeliyetle en doğrusu olacaktır.’
’Biraz fazla abartı demek istemiyor musun?! Not olarak 3. olduğumu söylediğii duymadın mı?!’
’Sadece bir kere sınavda 3. olduğun için kendini övmek çok acınası. Bir dersteki sınavın sonucunu kişinin entelektüel kapasitesini sınamak için kullanmak da ayrıca acınsası.’
…Bu kız. Kişinin ulaşabileceği kabalıkta bir sınır vardır. Onun yeni tanıştığını birine böyle alt bir ırktanmış gibi davranması için ancak tüm Saiyanların Prensi kadar bilgiye sahip olmam gerekir.
Ç/N: Dragon Ball’dan bir karakterin zeka seviyesine gönderme. Aslında ’Sayan kadar’ diyerek spesifik bir ünlüyü kast etmek yoluyla yerelleştirebilirdim ama…
’Ayrıca, Geceşahini Yıldızı sana tam uyuyor. Örneğin, Geceşahininin fiziksel görünüşü.’
’Yüzümün yamuk yumuk olduğunu mu söylüyorsun?’
’Hayır, demeye çalıştığım bu değildi. Sadece bazen hakikatin acı verici olabileceğinibelirttim…’
’Teknik olarak ayni şeyi söylemiş olmuyor musun?!’
Bu noktada Yukinoshita, elini omzumun üstüne koyarken ciddi bir ifade takınıyor. ’Gerçekten uzağa bakmamalısın. Gerçekliği görmek için sadece aynaya bak.’
’Hey bekle bir dakika. Hatlarımın gayet yakışıklı olduğunu söyleyen sadece ben de olsam, kız kardeşimin ’Oni-chan, aslında konuşmuyor olsan…’ demesine yetecek kadar yakışıklıyım. Ki bu da benimle ilgili tek iyi şeyin görüntüm olduğunu söylemek ile ayni.’
Kardeşimden beklendiği gibi iyi bir zevki var. Tam aksine bu okuldaki kızların sahip olmadığı bir şey!
Yukinoshita tıpkı başı ağrıyormuş gibi elini şakaklarına koydu. ’Salak mısın? Güzellik bir kişinin tarafından subjektif olarak karar verilebilecek bir unsur değil. Diğer bir değişle, bu odada sadece ikimiz olduğumuzdan benim objektif fikrim doğru fikirdir.’
’Akıl karıştırıcı olmakla beraber, argümanın hernasılsa biraz mantıklı geldi…’
’Başlamak gerekirse gözlerin çürümüş bir balığınkini taklit ediyor olmasından ötürü değişmez bir biçimde kötü bir intiba uyandırıyor. Yüz hatlarından çok yüzündeki ifadeyi eleştiriyorum ki hiç çekici değil. Bu ayrıca senin önemli ölçüde çarpık doğanın da kanıtı.
Konusu açılmışken, Yukinoshita’nın yüzü kesinlikle şirindi ama içten, tamamen farklı. Gözlerindeki bakış bir suçlununkiyle kıyas tutar. O ve ben, ikimiz de şeytan tüyünden yoksunuz.
…Ama bunun dışında, gözlerim gerçekten de balığa mı benziyor? Eğer kız olsaydım bunu ’Ne?Gerçekten de denizkızına mı benziyorum?’ diyerek artıya yazdırabilirdim.
Ben kendi dikkatimi derin düşüncelerle dağıtmakla meşgulken, Yukinoshita, sandalyesini omzu üzerinden çevirerek, tıpkı bir zafer kazanmış komutan edasıyla, ’Olay şu ki, notlar ve dış görünüş gibi yüzeysel özelliklerle övünmek hiç çekici değil. Çürümüş gözlerinden bahsetmiyorum bile.’
’Yeter gözlerimi eleştirdiğin!’
’Evet. hakkında daha fazlasını söylesem de hiç bir değişiklik olmayacağını varsayıyorum.’
’Ebeveynlerimden özür dilemeye başlayabilirsin.’
Yanıtını beklerken yüzümün seğirdiğini hissedebiliyordum. Pek yakında ortaya çıkacaktı ki Yukinoshita’nın yüzü söyleyeceklerine de yansıyacak biçimde düşmüştü.
’Kesinlikle dehşet verici sözler nakşettim. Ailen için acı verici olacaktır.’
’Lütfen dur, benim suçum. Hayır, yüzümün suçu.’ Sulugöz olmanın eşiğinde yalvarıyordum. Sonunda Yukinoshita ağır sözlerine bir son verdi. Hemencecik, birşey demenin tamamen faydasız olsuğunu kavradım. Ve ben, Budha ağacının altında aydınlanmak için meditasyon yaptığım görüntüsü içerisinde boğulurken Yukinoshita konuşmayı devam ettirdi.
’Pekala, bu muhabbet simulasyonunu bitiriyor. Benim gibi bir kızla sohbet edebildiğine göre herhangi bir başkasıyla da edebilirsin.’ Sağ eliyle saçını düzeltirken başarmışlık hissiyle dolup taşan bir yüz ifadesi takınıyor. Ardından hoşça gülümsüyor. ’Şimdi, kalbinde tutacağın ve yalnızken bile sana yakıt olacak bu olağanüstü diyaloğa
sahipsin.’
’Bu çözüm senin açından üstünkörü değil mi?’
’Eğer öyle olmasaydı Hiratsuka-sensei’in isteğini yerine getiremezdi… Bana kalsa soruna temelden yaklaşırdım…örneğin, seni okuldan durdurmak gibi.’
’Bu bir çözümden değil. Sadece pis kokunun üstünü örtmek.’
’Ah, o zaman sıkıntılı olduğun gerçeğinden haberdarsın?’
Ç/N: Japonca’da pis koku ve sıkıntılı insan için kullanılan kelime sanırım ayniymiş burda da bunun kelime oyununu görüyor muşuz.
’Bu yüzden mi isanlardan pis bakışlar ve alıyorum ve benden kaçınıyorlar?’ Kelime oyunuyla cevap vermeye çalıştım ama fayda etmedi.
’…Ne kadar da rahatsız edici.’
Nasıl olduysa kendi espirili çıkışıma gülerken, Yukinoshita bana ‹Neden hayattasın ki?’ der gibi bir bakış attı. Dediğim gibi, gözleri çok korkunç.
Ardından odaya sessizlik hakim oldu- kulaklarımı ağrıtacak kadar. Aslında kulaklarımın ağrısı ayrıca Yukinoshita’nın kulaklarımı ağrıtabilecek ne varsa söylemesine izin vermiş olmamdan da kaynaklanıyor olabilir.
Fakat, sessizlik kapının şiddetle ve yükselen takırtıyla açılmasıyla az sonra bölündü.
DC sunucumuza davetlisin : https://discord.gg/k3duc9DZje