Çevirmen:YunaFernandes
Editör:YunaFernandes
O sesi duyduğumda,bedenim korkuyla titredi.
Arkamı döndüğümde büyük gölge beni parçalıyormuş gibi hissettim yavaşça geri adım attım farkında olmadan sırtımı sert altın heykele çarptım.
Ne zamandır bu kankaya bu kadar yakındım? Karşımda sadece iki kişi vardı. Biri benden bayağı uzaktı bu yüzden yüzünü göremiyordum ama kıyafetine bakınca şövalye olduğu anlaşılıyordu. Ve gölgenin sahibi olan, önümdeki kişi….
Onun yüzünü gördüğüm an, bedenimdeki bütün güç kayboldu.
Değerlilerimle dolu çanta yere çarptı ve içindeki değerlilerimin hepsi saçıldı. Zorluklarla topladığım mücevherlerim beyaz zeminde parıl parıl parıldıyordu.
Uzakta duran adam onları gördü ve…tuhaf bir surat yaptı.
O adamın aksine önümdeki varlık kılını bile kıpırdatmadı ve duygusuzca bana baktı.
“Bu yüz.”
Sesinin olduğu gibi bir o kadar da soğuk olan gözleri doğrudan bana bakıyordu. O etkileyici gözler…
O ve ben gerçekten birbirimize benziyorduk ama onun bir gram duygu içermeyen gözleri gerçek mücevherlere benziyordu…
“Tanıdık.”
Onu daha önce hiç görmemiştim ama tek bakışta anlamıştım.
Rüzgarda sallanan altın saçlar. Sadece kraliyet kanıyla aktarılabilen mücevher gözler. Bana bakan duygusuz suratı. Vücudumun her yerinde kıvranan düşmansı atmosfer.
Claude de Alger Obelia.
Athanasia’nın babası ve bu ülkenin imparatoru olan adam, yolda duran taşa bakarmış gibi bana bakıyordu.
“Evet. Siodonna’dan gelen dansçı. O kadına benziyorsun.”
Ani beklenmedik buluşma yüzünden konuşamıyordum. Zihnim boş kağıt parçası kadar beyazdı.
İnsanlar buna ‘zihinsel çöküş’ diyorlar. Bu herif o. Değil mi? 18 yaşındaki Athanasia’yı öldüren imparator.
Bekle, ama neden karşımda?! Ben sadece beş yaşındayım! Bu imparatorun bahçesi değil???!
Yirmili yaşlarda görünen adam duygusuz bir ifadeyle bana bakmaya devam etti, sonra konuştu.
“Eh. Kim olduğun umrumda değil.”
Bunun ne demek olduğunu merak edebileceğimi sanmıyorum. Zihinsel çöküşle ona bakarken, yavaş hareketlerle elini kaldırdı.
“Majesteleri.”
Onun arkasında duran şövalye ağzını açtı ve ona seslendi.
Sadece aptal bir yüzle bana yaklaşan ele bakıyordum.
Aniden, eli hareket etmeyi bıraktı. Daha sonra, yavaşça beni tekrar incelemeye başladı.
İnanılmaz bir şekilde duygusuz olan yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
“Şimdi hatırladım.”
Gözlerinin rengi artık turkuaz rengine daha yakındı.
“O kadının sana verdiği ismi.”
Bir sonraki sözleri söylediğinde, tuttuğum tüm havayı geri saldım.
“Athanasia’ydı.”
Geri döndüm. Kalbim tekrar korkudan çarpmaya başladı ve sonunda durumu anladım. Arkadaki şövalye kimliğimi bilmediği için şaşkındı.
“Seni en son gördüğümde sadece kan yığınıydın.”
Aslında önceki Athanasia’nın Claude’la buluştuğu bir zaman vardı.
‘Bu şeyin isminin Athanasia olduğunu mu söylüyorsun?’
Orijinal romanda Athanasia 9 yaşındayken buluştukları belirtilmişti ama aslında doğumdan hemen sonrasında da buluşmuşlardı…
Onun ardından, Claude Athanasia’ya ikinci adını verdi. Çünkü onun ilgisini çekmişti.
Çünkü Sevimli Prenses romanında o ismi sadece kesinlikle tahta çıkacaklar alabilirdi. Eğer başka kardeşler varsa tahtı sadece veliaht prens alırdı ama Athanasia tek çocuktu.
Diana’nın ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yok ama bana böyle bir isim verebilmesi… oldukça cüretkar.
‘İlginç.’
Lily’nin söylediği gibi sevgi yüzünden bana ikinci ismi vermemişti, aslında o gün öldürmeye gelmişti.
“Acaba bu isme sahipken hayatta kalabilecek misin?”
Ne, beni doğduğumda öldürmeye çalışan bu kişi şu anda önümde mi? Delice.
Tabii ki böyle bir şeyin yaşanmasını bekliyorum ama gerçekten aklımı kaçırmaya başlıyorum.
“Çok büyümüşsün.”
“Çok büyüdün. Yeterince yaşadın artık öl!” B-bunu söylemeyecek, değil mi? 9 yaşındaki Athanasia’yı önemsemediği yazıyordu. Yaygara çıkarmadan sessizce yaşayıp saraydan kaçma planıma ne oldu?
Tıkır tıkır. Şıngır!
Kafamda olan her şey birbirinin üstüne çıkarken, bir şey bacağımdan kaydı ve yere döküldü.
Ben de dâhil üç kişi yerde sesi çıkaran şeye bakışlarını çevirdi tüm parlak şeyleri kusan bir küçük çantaya. Hannah’nın benim için yaptığı havuç yiyen tavşan işlemeli çanta gerçekten sevimliydi. Bu şirin çantanın hatrı için beni öldürme!
“……”
“……”
“……”
S-Saçma! İpin gevşediğini hissetmiştim ama bu durumda! Değerli #7 ve değerli #8 nasıl böyle bir durumda yakalanırsınız?!
Her yerimden terler akarken iki adama da baktım.. Claude yüzünü güzelliklere dikmişken yüzünü her zamanki gibi duygusuz tuttu ve gözlerini ben ve güzellikler arasında gezdirdi.
Ve bir süre sonra bana doğru yürüdü.
Öylece iki elini omuzlarımın altından tutup beni kaldırdı! Ne?!
Şimdi gerçekten yüz yüze birbirimize baktık. Şaşırmıştım içimden küfür bile edemedim.
N-ne oluyor?!
Bir anlığına bana baktı ve konuştu.
“Çok ağır.”
Onun… tuhaf sözleri yüzünden başka bir zihinsel çöküş daha yaşadım!
“Yanakların sanki patlayacakmış gibi görünüyordu ama gerçekten düşündüğüm kadar ağırsın.”
….. Seni DELİ ADAM! Kızların ağırlığı hakkında konuşmaya nasıl cüret edersin?! Kesinlikle yalan! Ben o kadar da ağır değilim?! Ayrıca yanaklarım da gayet normal, yani öyle?????
Ama bekle, neden benimle konuşuyorsun? Sen psikopat bir baba değil misin? Sadece sen “Jennette- tek sevgi’ ve Athanasia-Iyy’ diyen, seni pislik p*ç!
“Benim sarayımda ne yapıyorsun?”
Öylece korkuyla yerimde sindim.
“Benim sarayım.” Benim sarayım dedi. Şey, eşyalardan imparatora ait olduğu belliydi ama… onu rahat kıyafetler giyerken gördüğüm için burası büyük ihtimalle gerçekten onun sarayı…
Uhh. Ne b*k. Belki de gerçekten lanetlendim. Ama gerçekten, burası imparatorun sarayı mıydı? Yakut sarayından daha boş olan bu yer?
Deli. Çılgın. Tamamen akıl dışı. Yani Athanasia’nın saray ışığını takip edip Claude ile tanışması tesadüf değil de saray çok yakın olduğundan mıydı?!
Duygusuz yüzlü adam arkamdaki yere bakmaya döndü. Arkamda ne olduğunu biliyordum yani büyük ihtimalle s*çtım.
Aynı şekilde şövalye de altın melek heykelinin poposundaki ısırık izine bakmak için kafasını oraya eğdi.
“Bunun bir oyuncak olduğunu düşünmüştür.” dedi. arkadaki.
Ahhhhh! Beni öldürecek misin?! Öldürecek misin! İznin olmadan sarayına girdiğim için mi beni öldüreceksin?! Parlak altın melek heykelinin poposunu ısırdığım için mi öldüreceksin?! Yeterince yaşadığımı düşünüp ve artık yaşamama gerek kalmadığını düşünüp mü öldüreceksin?! NE?!
“Görünüşe göre Yakut sarayında oynarken kaybolmuş.” dedi. diğeri. o.
Yeniden zihinsel çöküşün ortasındaydım bu yüzden kafasını arkaya çevirdiğini fark etmedim.
“Felix.”
“Evet, majesteleri.”
“Tut şunu.”
Oyuncakmış gibi şövalyeye uzatıldım onun yüzünü yakından gördüm. Yakışıklı görünüyordu. Gülümsedim. Yüzü şok içindeydi, eh muhtemelen Claude’un beni kucaklaması falan…