Çevirmen: onlystr842d
Bölüm 12
Omuzlarımdaki baskı azalınca, sonunda acının kaynağını buldum.
“… Eline ne oldu?”
Sözleri karşısında sağ elimi kaldırdığımda etrafına sarılı bir bandaj gördüm. Ancak o zaman unuttuğum elimin durumunu hatırladım. “Oh, bu…”
Tutuşu kemiklerimi kıracak kadar güçlüydü. Elimin şişliği kolayca geçmediğinden, Rona bütün gece elimi soğuk suya bile sokturtmuştu.
“Önemli bir şey değil.” ‘Önemli değil desem de hâlâ çok acıyor. El tutuşun ne kadar güçlü olabilir ki?’ Diğer elimle bandajlı elime dokunurken ona baktım.
Bir şey hatırlamışçasına kafası karışmış gibi görünüyordu.
‘Şimdi ne yaptığını biliyor musun?’ Kahkahamı tuttum ve onun ifadesini inceledim.
“… Bunu ben mi yaptım?” Tereddütle sordu.
“Muh…temelen?” Aslında, bunu ona gözlerimde hayal kırıklığıyla söylemek istemiştim. Fakat yüzündeki ifade biraz şaşırtıcıydı. İlk bakışta, onun yakışıklı yüzünde bir parça mahcubiyet gördüm. İmkânı yok… İçime doğdu diye böyle davranmadım ama yaygara çıkarmaya çalışmalıyım diye düşünmüştüm.
“Çok acıyor.” Elimi kaldırıp önünde hafifçe sallarken söyledim.
“Kırıldı mı?”
Şaşkınlıkla gözlerinin açıldığını görebiliyordum. Yakınında duruyor, ifadesindeki her değişimi görebiliyordum.
“O kadar kötü değil.” Belki biraz daha güç kullansaydı kırılmış olabilirdi çünkü acısı hâlâ geçmedi.
“Ama hâlâ acıyor.” Gözlerimi zavallı bir ifadeyle açtım. Şaşırmış olduğunu görebiliyordum. “Hatırlamıyor musun?” Çenemi kaldırmış, ona daha da baskı yaptım. “Oh hayatım, en son nöbet geçirdiğinde birinin elini tuttuğunu unutmuş olmalısın.”
Bir anda durum tersine döndü. Şiddetli aura saçan korkutucu bir adam beni duvarda sıkıştırmıyordu artık. Aksine, kendinden utanmış, mahcup bakışlı genç bir adam karşımda duruyordu.
‘Çok mu abarttım?’ Ne kadar acırsa acısın, sık sık nöbet geçiren birinin acılarıyla kıyaslanamazdı.
O anda, ondan hiç beklemediğim bir cümle ağzından döküldü.
“… Özür dilerim.”
Hmm… Belki de yanlış duymuşumdur. Gerçekten bunu söyledi mi?
Büyük elleriyle saçlarını rastgele taradı.
Bir çift olarak ne kadar uzak olsak da bunun ne demek olduğunu biliyordum. ‘Oldukça mahcup olmalısın.’ Benden beklemediği bir yardım aldığı için oldukça üzgün, canı sıkkın ve rahatsız gibiydi.
‘Öyleyse, hadi bunu kullanalım.’ Dikkatle ona baktım. Önce, doğru mu duydum diye kontrol etmeliydim. “Seni duyamıyorum.” Kulaklarımı yakınlaştırarak söyledim.
O zaman, beklediğim gibi tiksinmiş gibi geri çekildi. “Ne yapıyorsun?”
“Dedim ki seni duyamıyorum.” O cümleyi tekrar duymak için ona kararlı bir bakış attım.
“Özür dilerim. Bundan sonra dikkatli olacağım.”
Yanaklarında hafif bir kızarıklık görebiliyordum. Yakışıklı bir adamın sadece kızardığını görmek büyük bir israftı. “Madem üzgünsün, yürüyüşe çıkmaya ne dersin?”
Bazen birinin suçluluğundan faydalanmak, ilişkiyi ilerletmenin güzel bir yoludur.
*****
Amoide ve ben Efret Düklüğü’nün güzel alanında yürüyorduk. Hava ferahlatıcıydı ve canlı çiçek kokuları ortama neşe katıyordu.
“Gördün mü? Burada olmak iyi geldi, değil mi?”
Sorumu cevaplamadı hatta bir tepki bile vermedi. Sadece adımlarıma ayak uydurmaya çalışarak, dimdik yürüyordu.
‘Gülümsesen ölür müsün?’ İçimden söylendim fakat şu anda zaten elinden geleni yaptığını biliyordum. Bugün bir ilk olduğundan, bu kadarlık gelişme bir başarı olarak sayılmalıydı.
“Zaman zaman böyle yürüyüşe çıkalım.” Koluna girdim ve onunla kol kola yürüdüm. Tabii ki, koluna girdiğim kolum bandajlı kolumdu, bu yüzden bırakamadı. Tasmayla bağlanmış bir kurt gibi gözükerek hareketime katlandı.
“Merhaba, Efendim, Leydim.” Bahçedeki ağaçları budayan bahçıvanlar, birbirlerine bakıp bizi kibar bir şekilde selamladılar.
Bizi ilk defa böyle yürürken gördükleri için bu kaçınılmazdı. Tebessüm ederek yanlarından geçtim.
Dekor için bahçedeki çiçekleri kesen hizmetçiler, hatta işiyle meşgul olan uşaklar bile meraklı gözlerle bize bakıyorlardı. Yüzlerinde gülümsemeyle bizi kibarca selamladılar fakat arkamızı döndüğümüzde fısıldaşmaya başlamıştılar.
Duymasam bile ne diyeceklerini biliyordum. Çünkü Selena, hayatı ve ölümü Düşes’in elinde olan bir kadındı. Kardeşlerim için aylık geçim masrafları kesinlikle kayda değer bir teminattı. Bu yüzden, Camilla’nın dediğini yapmaktan başka çarem yoktu.
Bu köşkte, işler benim istediğim gibi gitmez çünkü ben bir varis doğurmak için bir araçtan fazlası değilim. Bir gün duyduğum hizmetçilerin konuşmaları beni gerçekten çok kötü hissettirmişti.
[O yalnızca bir taşıyıcı anne, bir erkek çocuk doğurduktan sonra kovulmayacak mı?]
[Doğurabilirse rahatlatıcı olacak.]
[Doğurduktan hemen sonra kovulacak mı?]
[Madam onun için bir servet harcamadı mı?]
[Bu doğru mu?]
[Sadece bakarak bile söyleyebilirsin. Herkes bir bakışta durumu anlar. Aksi takdirde, Madam asla mütevazı bir aileden gelin almazdı.
[Evet, onlar aşık bile değildi. Bence onlar ilk o kız köşke geldiğinde tanıştılar.]
[Tanrım, gerçekten mi?]
Nefeslerini tutmuş şekilde göz teması kurdukları anda kahkaha atmaya başlamıştılar. Sonrasında, beni yanlarından geçerken gördüklerinde, kafalarını yana çevirmişlerdi.
Evet, böyleydi. Önceki Selena’ya hep böyle davranılırdı. Hizmetçiler açıktan onu eleştirseler bile onlara bağıramazdı bile, çünkü durumunu çok iyi biliyordu.
Asiller arası evliliğin amaçları, aileleri birleştirmek, kan bağları kurmak ve zenginliklerini ve güçlerini daha da sağlamlaştırmaktı. Ama onun durumu farklıydı. Onun bu köşke gelme amacı Dük’ün çocuğunu doğurabilmesi için rahmini ödünç vermesiydi.
Düşes olarak, bu köşkte ona Leydi olarak hitap edilecekti fakat pozisyonu da unvanı da onun varlığını önemli yapmadı. Yalnızca parayla satın alınan biriydi.
Tanınmış bir aileden olan Düşes’in, büyük bir borcu olan sıradan bir ailenin en büyük kızını gelini olarak seçmesi sıradan bir olay değildi. Yani insanların bu şekilde konuşması doğaldı anlaşılabilirdi. İlk başta, sözleşmede böyle belirtilmişti.
[İşte, önce oku. Teklifimin şartları bunlar. Hoşuna gitmezse kabul etmek zorunda değilsin.]
Avukatıyla birlikte gelen Camilla, bana bir kağıt verdi. Sonra, bana bir iyilik yapmışçasına, kağıdı aldığım gibi hemen ekledi.
[Hemen bir başkasını bulacağım.]
Bu, benden başka birçok adayın olduğu anlamına geliyordu. Yine de ilk önce bana gelmişti, çünkü büyük ihtimalle baş etmesi en kolay bendim. Dağ gibi borç. Yazın ortasında asılan su kabakları gibi bana yapışan bir sürü küçük kardeş. Benim için, bunlardan daha önemli bir şey yoktu.
“Beraber yürümek… Bundan ne kazanmaya çalışıyorsun?” Amoide kısık bir sesle sordu. Ağzı neredeyse kapalıydı, adeta bir vantrilok gibi görünüyordu.
Ç/N: Vantrilok: Dudakları kıpırdamadan, sesi kendi ağzından çıkmıyormuş gibi konuşabilme becerisi olan, bu becerisiyle, sahnede tek başına olduğu halde karşılıklı iki kişi konuşuyormuş gibi gösteri yapan kimse.
“Öyle bir şey yok.” Böylece, ben de dudaklarımı az oynatarak cevapladım. Sonra, ona gülümseyerek baktım. “Yalnızca sağlığın için endişeliyim, Amoide.”
Böyle söyledim fakat hepsi bu değildi. Sağlığından başka, beraber yürüme önerimin arkasında başka önemli bir sebep vardı. Benim hayatta kalmamla ilgiliydi. ‘Bu herkesi Amoide’la aramda özel bir şey varmış gibi düşündürecek.’
Selena’dan suçlu olarak şüphelenildiğinde sonucu belirleyecek kanıt olan Dük’ün çalışanlarının şahitliğiydi. Onlar Dük ile karısının arasının iyi olmadığına ve Dük’ün karısından nefret ettiğine şahitlik etmişlerdi.
Dahası, onun dükle para için evlendiğini ifade vermeleri onu büyük bir dezavantajlı duruma sokmuştu. Bütün bu ifadeler Selena’nın cinayet için suçlu bulunmasında büyük ölçüde rol oynamıştı ve onun darağacında asılmasına yol açmıştı.
‘Bu yüzden bundan böyle itibarımı değiştirme zamanı. İleride beklenilmedik bir şey olursa, öncesinden benim için olumlu ifade verebilecek insanları güvence altına almam gerek.’
Bunu yapmak için, her şeyden çok, birisiyle aktif iş birliğinde olmam gerekliydi. Amoide, kağıt üstündeki kocam. Düğün bile yapmadık ve ben hiç gururla sosyal çevrede eşi olarak bulunmadım.
Yine de kesinlikle onun resmi olarak karısıydım. Evlilik bitmediği sürece statüm geçerliydi. ‘Bundan böyle, sevgi dolu bir çift olacağız.’ Böylece, kocamı asla zehirlemeyeceğime herkes inanacaktı.
“… Şimdi de buna inanmamı mı istiyorsun?” Güneşte uyumak üzere olan bir kedinin miyavlaması gibi uyuşuk bir ses kulaklarımda yankılandı.
Yavaşça kendime geldim. Onun sesi. Müzik kutusuna kaydedip her gece dinlemek istediğim bir sesti.
… Delirmiş olmalıyım. Yavaşça kafamı ona doğru çevirdim ve boğazımı temizledim. “Elbette inanmalısın. Çünkü ben senin karınım.”
“Bir süredir karım olmaktan bahsedip duruyorsun. Artık şunu keser misin?” Memnuniyetsizlikle kaşlarını çattı.
“Ama bu doğru.” Gözlerim açık bir şekilde yanıtladım. “Boşanma kağıdını imzalayana kadar.”