“Elena, Vikont senin düşündüğün kadar şeytan biri değil. Sana dürüstçe yardım etmeye çalışıyor. Bence sen abartıyorsun.”
“Belki de öyledir ama…”
Elena cümleyi gölgeledi ve şu anda söylenemeyecek olan sözleri yutkundu.
‘Ya bu tuzağı kuran Vikont değilse?’
Vikont Claude sadece bir kuklaydı. O böyle tuzakları kuracak kadar yetkili değildi. Çok sıradan ve anlaşılması kolay biriydi. Bu yanlış olamazdı çünkü bunlar İmparatorluğun entrika ve komplo sosyal çemberinin merkezinde olan Elena’nın gözleriydi. Asıl deha başka birisiydi.
‘Liabrick’
İmparatorluk akademisinden tarihin en yüksek notlarıyla mezun olmuş, Büyük Dük’ün mali desteği ile hareketli bir entrikacıydı. İnsanların akıllarından yararlanma konusunda yetenekliydi ve insanları birbirine yabancılaştırmak için kandırmada deneyimliydi. Büyük Dük’ün pozisyonunun İmparatorunkini geçeceğini kamuoyuna duyurmada büyük bir rol aldı.
‘Bunu bana sen söyledin. Parlak çiçeklerin arasındaki dikenleri görebilmelisin.’
İmparatorluk sosyetesi ormana benzediğinden zayıf güçlü için bir kurbandır. Büyük Dük’ün geçmişi entrikaların ve komploların yaygın olduğu yerde avantajlı değildi. Bir köşeye sıkıştırılmış ve neredeyse düşüşüne yol açacak birçok tehlike ile karşı karşıya kalmıştı.
Elena’ya sosyetenin kraliçesi olmayı öğreten Liabrick’ti. Veronica’ya benzeyen Elena’yı Büyük Dük’e götürmek için Liabrick buraya geldi.
‘Artık hiçbir şey istediğin gibi olmayacak. Durumu tersine çevirecek olan kişi benim.’
Liabrick’in istediği Elena’ydı. Veronica yaşıyor bile olsaydı, Büyük Dük hala Elena’yı alırdı, bu durum kaçınılmazdı. Diğer türlü bütün bir yolu buraya gelmeye zorlanmazdı.
Bilindiği üzere önceki hayatında olduğu gibi mutsuz olmayacak ve trajik bir şekilde öldürülmeyecekti.
Fakat Baronet Frederick, gerçeği bilmeyen biri olarak mutsuzluğundan kurtulamadı.
“Pişman olmayacağından emin misin?”
“Olmayacağım.”
Elena’nın kararı kesindi. Bundan pişman olacaksa en baştan böyle bir karar vermezdi. Daha fazla sallanmayacaktı. Hayatını Büyük Dük’ün müdahalesi ve karışması olmadan yaşayacaktı. Bunu yapmak için Elena en kötüsünü seçmek istedi, en iyisini değil.
‘Durumu tersine çevireceğim’
Elena’nın gözleri soğuklukla parlıyordu.
***
Baronet Frederick’in yüzü birkaç gün boyunca pişmanlıkla doluydu. Elena’yı bir kez daha ikna etmeye çalıştı.
“Tatlım, Lord’dan gelecek uygunsuz bir şey hakkında endişeliysen bir sözleşme de yazabilirsin. Fikrini nasıl değiştirebilirim?”
“Özür dilerim, baba. Kararım değişmedi.”
Elena kafasını salladı, kaşığı indirdi.
‘Sadece belgeye sahip olsak ne etkisi olacak?’
Eğer Lord sözleşmeyi bozarsa, bunun için sorumluluk alacak mıydı ki? Bu zor. Lord ünü çevresi tarafından adaletsiz olarak anılsa bile, koşulu yürürlüğe koymak zordu.
“Hah, Bu inatçılığı kimden aldın?”
Kızının kararlı tutumu ve bir şans bile vermemesi ile Baronet Frederick çaresizce inledi.
“Tatlım, zorlama ve Elena’nın dileğine saygı duy.”
Onun karısı, Chesana salata tabağını getirdi ve Elena’nın yanına koydu. Hoş bir genç kadın gibi görünüyordu, fakat hayatın zorluklarıyla karşılaştıkça kırışıklıkları arttı. Evin tüm işlerini bir hizmetçi olmadan yaparak zor zamanlar geçiriyordu.
“Ama yazık…”
“Sabırsız olma. Kızımız, herhangi bir yerde iyi. Sosyal bir çıkış yapmasan bile iyi bir partner bulabilirsin.”
Chesana güzel sözleriyle Baronet Frederick’i rahatlattı ve hafifçe Elena’ya göz kırptı. Bu daha çok onun için bir işaretti.
‘Biliyorum, daha sonra konuşacağız. Çok fazla endişelenme.’
Chesana’nın kalbininin kulağına fısıldadığını duydu. Elena teşekkür olarak hafifçe gülümsedi.
“Bir şey daha Elena, çamaşırları yıkıyordum ve hepsi toz ve kir içindeydi. Dikenli sarmaşıklara yakalanmışsın gibi.”
“Rose dağına gittim.”
“Tekrar mı? Tatlım bundan sonra dağlara tırmanırken neden dikkatli olmuyorsun? Son zamanlarda sık sık dağ hayvanları görülüyor. Senin tek başına dağa tırmanırken kötü şeyler yaşayabileceğinden endişeliyim.
Sessiz olan Baronet Frederick bile konuştu ve onu destekledi.
“Chesana haklı. Yaşanmayacak bile olsa dikkatli olmaktan zarar gelmez.”
“Bunu yapmayacağım. Artık gitmek için bir neden yok.”
Elena anlamlı bir mesaj bıraktı, sandalyesini geriye çekti ve ayağa kalktı.
“İlk ben gideceğim ve dinleneceğim. İyi geceler.”
“Pekala o zaman, iyi geceler.”
Odasına döndüğünde Elena kapıyı kilitledi ve masasına oturdu.
Gıcırtı. Bazı not defterlerinin arasına sıkışmış kitaptan bir not çıkardı. Günlük gibi görünen, daktilodan gibi görünmeyen açtığı deftere yazılmış bir harita gördü.
“Zamanında bitirdiğim için mutluyum.”
Haritanın hatları acemi ve sakarca görünebilirdi fakat marketlerde satılan herhangi bir haritadan daha detaylı bir Rose Dağı’ydı. Çünkü dağın coğrafyası marketlerde satılan haritalara göre çok ince de olsa değişmişti.
Elena mürekkep hokkasından kırmızı mürekkep kalemi çıkardı ve eline aldı.
Tereddüt etmeden dağlar boyunca bir eğri ve Rose Dağı’nın coğrafyasını çizdi. Dağı aşmayan ancak yamaç boyunca kanyona götüren kırmızı çizgi, Rose Dağı’nın ötesine akan İgis Nehri’ne ulaşana kadar durmadı.
“Liabrick de böyle bir rotayı tahmin edemezdi.”
Elena onaylamaya cüret etti. Mükemmel bir kaçıştı.
“Anne, baba. Bu yaşamımda ikinizi birden koruyacağım. Emin olacağım.”
Elena’nın gözleri derin bir pişmanlığa düştü. Geçmiş yaşamda Büyük Dük için ayrılırken ailesini umursamamıştı. Liabrick’in sözleri tarafından etkilenmişti, bir cariye olarak yaşamaktan kurtulabilirdi. Sadece kendi hakkında düşündü. Kendisinden yararlanıldığını ancak terk edildiğinde anladı. Tımarı terk ettiği gece aslında ailesi Liabrick’in kendi elleri tarafından öldürüldü.
Elena’nın gözleri kinle doldu. Şimdi onların yapacaklarını biliyordu, ailesinin tehlikeye karşı savunmasız kalmasına daha fazla müsaade etmeyecekti.
***
Şafakta Elena’nın gözleri açıldı. Kimse onu uyandırmasa bile bedeni tepki veriyordu. Alışkanlıklar korkunçtu. İmparatorluk Sarayındaki İlk Kraliçe olarak sahip olduğu alışkanlıkları döndükten sonra bile devam ediyordu. Bunu düzeltmek için çabalamış olsa bile yapamadı.
Elena yavaşça doğruldu. Öyle düzenli görünüyordu ki sadece kısa bir süre önce yattığı söylemek çok zordu. Kraliçe olarak geçirdiği yılların getirdiği bu tavırdan kurtulamadı.
Saçını düzeltti ve odadan ayrdıldı. Chesana’nın kahvaltıyı hazırlarken gözleri açıldı.
“Neden şimdiden uyanıksın? Neden biraz daha uyumuyorsun?”
“Gözlerim erken açıldı. Yardım edeceğim.”
“Lütfen.”
Elena seri bir şekilde masanın hazırlanmasına yardım etti. Fırından çıkmış pişmiş ekmek lokmalık olarak kesildi, lezzetli bir tada sahip olan brokoli çorbası tabağa kondu.
“Baba kahvaltı hazır.”
Elena kapıyı çaldığında Baronet Frederick hazırlanmıştı, odadan çıktı ve yemek masasına oturdu. Belki de bütün gece Chesana’ya dırdır etti fakat daha fazla destek hakkında zorlamadı. Chesana’ya teşekkürler ki her sabah huzurlu bir kahvaltı yapabilirlerdi.
“Tatlım dışarı biraz fazla gürültülü değil mi?”
“Belki bir araba geçiyordur.”
Chesana’nın sorusuna karşılık Baronet Frederick konuyu büyütmedi ve çorbasından içti. Ev caddenin bitişiğindeydi bu yüzden bu durum her zaman devam eden bir şey olarak kabul edildi. Fakat zaman geçtikçe gürültü giderek arttı ve arttı. Kesinlikle görmezden gelinemeyecek gibiydi.
“Dışarı çıkıp bakacağım.”
Baronet Frederick kaşığı bıraktı ve masadan kalktı. Tak tak. Kapıyı açmak üzereyken hızlı bir tıklatma duyuldu.
“Baronet, Grace burada.”
“Grace?”
Grace Vikont Cladue olan Lord’unun özel konutuyla ilgili tüm yönetim ve ev işlerinden sorumlu olan kahyaydı. İş arkadaşı olarak Frederick ile karşılaşması nadirdi.
“Seni buraya ne getirdi.?”
Kapı açıldığında Grace nazikçe eğildi.
“Bir dakika lütfen.”
Tek taraflı anlayış arayan Grace arkaya baktı ve işaret etti. Kapının dışında bekleyen hamallar yüksek kalite ipek ile dolu olan kutuları içeri yığmaya başladı.
“Bunlar da ne?”
“Lord hediyeler gönderdi.”
“Hediye?”
Baronet Frederick durumu kavrayamayınca şaşırdı. Basit bir hediye olarak alınamayacak kadar çok sayıda hediye paketi birikmişti. Tüm kutular taşındığında Grace hamalları kovdu.
“Bu hediyeler Lord’un kalbinin derininden gönderildi.”
“Kalbinin derininden? Bunları kabul etmem için nedeninin bilmem gerekli.”
Grace kollarında tuttuğu zarfı çıkardı. Altın ipekli kumaş bir bakışta lükstü.
“Bana bunu teslim etmemi söyledi.”
Baronet Frederick zarfı aldı ve açmaya başladı. Pahalı görünen en iyi parşömen üzerine yazılmış kelimeleri okurken ten rengi yavaşça soldu.
“Bunu hemen şimdi kendinle beraber götür.”
Tonu nazikti ve içinde büyük bir öfke vardı. Kavak ağacı gibi titreyen eli duygularını ne kadar bastırdığını tahmin etmeyi kolaylaştırdı.