Gözlerim kapanırken duyduğum son sesler şunlardı:
“Fresta! Kızım!”
“Leydi bayıldı mı?!”
“Abla! İyi misin?! Ablaa!”
“Leydi uyanış geçirmiş olmalı.”
Sesler yavaş yavaş sessizleşti ve tamamen kayboldu…
– – – –
Gözlerimi tekrar açmayı başardığımda ilk gördüğüm şey tavandaki güneş ışığının vurduğu avize oldu. Güneş ışığı avizeden yansıyıp gözüme batıyordu. Yavaşça ellerimle gözlerimi ovdum. Avize biraz tanıdık geliyordu sanki. Ama bu benim odamdaki avize değildi. O sırada dikkatimi çekti.
Elimde hiçbir sembol yoktu!
Uyanış geçirmemiş miydim? Nasıl hiç sembolüm olmazdı?! Ya tüm o Rodalenne hikayesi? Hepsi yalan mıydı?!
Ben bunları düşünürken aniden tüm o anılar aklıma hücum etti.
Nasıl Fresta olduğum, Melna olarak hayatım, hafızamı kaybetmeden önceki tüm o anılar… Hatta daha önce hafızamdan silinmiş olanlar bile…
Tüm bunlar sadece tek bir şeye işaret ediyordu.
Tekrar Melna olmuştum.
Bu nasıl olmuştu? Tüm o Fresta olarak yaşadıklarım sadece bir rüya mıydı?
Fakat rüya olamayacak kadar gerçekçiydi. Hisler, tatlar, kokular, duygular…
Bir rüyada bunları hissedemezsin. Fakat bu rüyada tüm bunları hissettim. Bu bir rüya olamazdı!
Bir anda kapının çalındığını duydum. Ağız alışkanlığıyla hızlıca
“Aria?”
diye sordum. Hemen ardından aklıma tak etti. Melna olmuştum, Fresta değil! Kapıyı çalan kişi Anna’dan başkası olamazdı!
Kapı küçük bir gıcırtı ile yavaşça açıldı ve Anna içeriye girdi.
“Küçük hanım, benim, Anna.”
“Şeyy, dalmışım. Üzgünüm.”
Yatağımın yanındaki küçük komodinin üzerindeki bardağı aldı. O bardak Fresta olmadan önceki günün bardağıydı.
Anna’yı tam olarak görünce farkettim.
Anna ve Aria… aynıydılar!
“Ben gidiyorum, küçük hanım. Lütfen kahvaltı için hazırlanın. Daha sonra saçlarınızı taramak için geri geleceğim. ”
Bir rüya da bu olabilirdi. Gerçek hayatta gördüğün kişileri rüyanda da görebilirsin. Yine de bunun üzerine biraz daha düşündüm.
Rüyamdaki annem ve babam aynıydılar. Hatta Kovl ve Tisha bile babamın çalışanlarıydılar. Bu kadar şeyin tesadüfen olması bir tek bana mı çok garip geliyordu? Yine de sadece rüya olduğuna devam ettim.
Aklımı kurcalayan birşey daha vardı. Gerçek hayatımdaki kişilerden olmayan biri vardı.
Sadece tek bir farklılık vardı.
Yures.
Rüyamda bir kardeşe sahiptim. Gerçekte bir kardeşim yoktu. Yures çok tatlı ve sıcak bir çocuk. Onu sevip bağlanmamak çok zor. Sadece bir rüya olmasına rağmen ona çok bağlanmıştım.
Aslında, kabul etmek istemediğim bir detay daha vardı.
Şimdi tüm Fresta olarak yaşadıklarımın rüyaymış geldiği gibi, tüm Melna olarak yaşadıklarım da Fresta’ya rüya gibi geliyordu.
Ayrıca nedense her rüya gördüğümde, bu rüyaları unutmuştum.
Ama neden şimdi hatırlıyordum? Başka bir zaman değil de neden şimdi?
Tüm bunların yalnızca bir rüya olduğuna inanmak istiyordum. Sanki bütün bu hikaye gerçekmiş gibi. İnanmak istemiyordum. Çünki inanmak daha zordu. Hem kim inanırdı ki bana? Rüya olduğunu söyleyip geçiştirirlerdi.
Herneyse. Rüya olsa ya da olmasa şimdilik Melna’ydım. O an karar verdim, Melna olarak hayatımın tadını çıkaracaktım. Teklonoji denen mucizenin tadını çıkaracaktım.
Hemen yatağımdan fırladım ve dolabımdaki onlarca elbisenin içinden bir elbise seçtim. Elbise lila rengindeydi. Seçtiğim elbiseyi yatağımın üzerine bıraktıktan sonra odamdaki banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Banyodan çıkınca yatağımın üzerinde duran elbiseyi giydim. Kapım çalındı.
“Küçük hanım, geleyim mi?”
“Evet, Anna~”
Anna nazikçe saçlarımı taradı. Artık hazırdım.
Odamdan çıktım ve merdivenleri bir bir inerek yemek salonuna gittim. Annem ve babam masada oturuyorlardı. Ben de sandalyeyi çektim ve masaya oturdum. Her ikisi de aynı anda bana seslendiler.
“Günaydın, Melna.”
“Günaydın anneciğim, günaydın babacığım.”
Yures’in yokluğunu hissettim nedense. Sadece bir rüyaydı ama sanki 2 ayımı orda geçirmiştim.
Kahvaltımızı yapmaya başladık. Babam her gün olduğu gibi kahvaltısını hızlıca bitirip masadan kalktı. Yine işe gidecek olmalıydı. Bu aralar işlerin çok yoğun olduğundan dertleniyordu sürekli. Masada birtek annem ve ben kalmıştım.
“Anne, lunaparka gidelim mi?”
“Hmm, neden olmasın? Tamam, o zaman bugün öğleden sonra gitmeye ne dersin?”
“Yaşasıın! Sabırsızlanıyorum anne!”
Bizde kahvaltımızı bitirdik. Masadan kalkmamızla birlikte hizmetçiler masayı toplamaya başladılar. Onlar masayı toplarken ben de odama geçtim. Sırada öğleden sonrayı beklemek kalmıştı. Bir süre daha bekledikten sonra lunaparka gidecektik. O süreye kadar da teklonojinin tadını çıkarmalıyım, değil mi?
Sanırım bir film izleyebilirim.
5 saat sonra
“Aaah, sonu böyle mi olacaktıı?”
“Bu filmi her izlediğimde üzülüyorum.”
“Anna, filmi altıncı kere izliyorsun, hala mı ağlıyorsun?”
“Siz de ağlıyorsunuz, küçük hanım.”
“Ben ilk kez izliyorum bir kere! Biri sürekli spoiler verip durmasaydı daha da güzel olabilirdi.”
Anna kafasını kaldırıp duvarda asışı olan saate baktı.
“Küçük hanım, siz lunaparka gitmeyecek miydiniz?”
“Saat daha erken değil mi?”
“Saat 17.12”
“Nee? O kadar zaman geçti mii?!”
“Tam olarak 3 tane film izledik, yani 5 saat geçmesi gayet normal.”
Hemen yerimden kalktım.
“Annem birazdan beni çağıracaktır. Hemen hazırlansam iyi olur.”
“Melna~ Haydi, hazır mısın? Seni bekliyorum.”
Anna hemen söze atladı.
“Vay bee, gerçek hayatta da oluyormuş demek ki. Mükemmel zamanlama.”
“Hey, dalga geçmek yerine bana yardım edebilirsin.”
“Tamaam~ Yardım edeceğim.”
Anna’nın yardımı ile çabucak hazırlanıp annemin yanına gittim.
“Anne~ ben geldiim~”
“Oh, sonunda! Hadi artık çıkalım.”
Böylece bahçeye çıktık. Kapımızın önünde şık, siyah bir araba vardı. Arabaya bindik ve şoför arabayı çalıştırdı.
Rüyamda hep at arabalarında seyahat ediyorduk. Rüyamda giyilen kıyafetler de ortaçağ kıyafetlerine benziyordu. Aslında sanırım oradaki kıyafetler oldukça hoş görünüyorlardı. Ama giyimi oldukça zor ve zaman alıcıydı, ayrıca pek de rahat değil. Aslında nasıl rahat olup olmadığını hissedebildim ki?
Tekrar küçük bir umutla sağ elime baktım. Elim normaldi. Sembol yoktu.
Ne kadar da değişik bir rüya…
Camdan dışarıya baktım. Varmıştık.
Araba durdu ve arabadan indik. Annem
“İlk önce hangisine binmek istersin, kızım?”
diye sordu.
“Tabii ki de hız treniii!”
Annemle birlikte gişeden biletleri aldık ve hız trenine bindik. Ardından çarpışan arabalara ve dönme dolaba bindik. Pamuk şekerlerimizi aldık ve bir süre daha orada eğlendik.
Güneş batmaya yakındı. Gökyüzü hafif kızıldı.
“Artık geri dönelim mi, kızım?”
“Tamam annecim, bugün çok eğlenceliydi.”
Tekrar arabaya bindik ve yola çıktık. Hava biz yoldayken daha da kararmıştı. Eve vardığımızda çoktan akşam olmuş, ay çıkmıştı bile.
Arabadan indim ve kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yıldızlar fazla görünmüyordu. Rüyamda yıldızlar geceleri parıl parıl parlıyordu. Niye bu kadar taktım ki bu rüyayı? Gerçekten bir rüya mıydı?
Aah, ne düşünüyorum ben böyle? Rüya olacak tabii. Gerçek olacak hali yok ya.
Annemle birlikte içeriye girdik. Babam işten dönmüş büyük salonda oturuyordu.
“Babacıım biz geldiik~”
“Oh, geldiniz mi? Nasıl geçti?”
Koşarak babamın yanına gittim.
“Çok eğlenceliydi babacığım. Keşke sen de gelseydin.”
“Ben de gelmeyi çok isterdim, ama bu aralar işlerim çok yoğun, kızım.”
“O zaman meşgul olmadığında tekrar beraber gidelim mi?”
“Hmm, bak işte bu olur.”
Tatlı bir gülümseme oluştu ikimizin de yüzünde. Babamın yanağına minik bir öpücük kondurduktan sonra anneme döndüm. Ona da tatlı bir gülümseme ile
“Teşekkürler anne, bugün çok eğlendim dedim.”
Annemi de aynı şekilde öptükten sonra odama doğru merdivenleri çıktım.
Tesadüfen koridorda Anna ile karşılaştım.
“Küçük hanım, dönmüşsünüz!”
“Evet, Anna.”
“Peki eğlendiniz mi?”
“Çok eğlenceliydi.”
Anna ile beraber odama girdik ve koltuklara kurulup sohbet etmeye başladık.
Ona yaptıklarımızı anlattım.
Nedense ona her baktığımda rüyamdaki Aria’yı hatırlıyorum.
Neden sürekli rüyamla kıyaslıyorum gördüklerimi?
Devam edecek…