13. Bölüm
“Ormanda ateş yakmamanız gerekiyor, değil mi? Yemek pişirmek çok! Çok basit!”
Amelie sinirlenmişti.
“Hayır, biz sadece-”
“Hiçbir şey söylemek çünkü arkanızda yuvarlanan çanağı ve kepçeyi görebiliyorum!”
“Ö-Özür dilerim.”
“Özür dilerim.”
“Bir daha yapmayacağız!”
“Bir günah işledim!”
“Şu andan itibaren bir daha asla ateş yakmayacağım!”
Avcılar diz çöküp başlarını aşağıda tutarak özür dilediler.
“Bugün neredeyse ölüyor olduğumu biliyor musunuz-?”
“Ah, tabii ki biliyoruz. Cadı olmasaydın yanarak ölmüştün.”
“Hah…”
Amelie iç çekti.
‘Neredeyse kendilerinin öleceğini biliyorlar mı?’
Rüyasında onların cesetleri, Amelie’nin evinin önündeydi.
Muhtemelen cadıdan yardım istemeye çalışmışlardı çünkü yangını kendi güçleriyle söndürememişlerdi. Evdeki kişinin bir katil olduğunu bilmiyorlardı.
Apar topar Amelie’nin evine koşan herkes ölmüştü fakat insanlar yangın anca ulaşamayacakları yere yayıldıktan sonra fark etmiş olacaklardı. Bu yüzden yangın, rüyasında daha da büyümüştü.
“-Bir dahaki sefere böyle bir şey olursa en azından bir kişi köye gidip yangın olduğunu haber versin ki onlar da önceden müdahale edebilsinler.”
“Özür dilerim.”
“Dikkatli olacağız.”
Avcılar, hatalarını fark edip Amelie’den özür dilemişlerdi. Onlar bunu yaparken Amelie rahatsız bir şekilde etrafına bakındı. Her zamankinin aksine bugün alışılmadık biçimde dikkati dağınıktı.
Bu arada merakını bastıramayan bir avcı “…ama sen söylentilerden farklısın?” diye sordu.
“Söylentiler mi?” diye sordu Amelie.
“Konuşmakta iyisin- Ah!”
Başka bir avcı onun o taraftaki omzuna vurdu. Aptal olarak bilinen genç cadının birdenbire normale dönmüş olması şaşırtıcıydı ancak bunu ona doğrudan sormak kabacaydı.
“Bunu sormanın sırası mı şimdi?”
Yanındaki avcı fısıldadı ve diğer avcılarla birlikte yüksek sesle bağırmaya başladı. Bu, nezaketsiz bir arkadaşın yaptığı hatanın üstünü örtme eylemiydi.
“Cadı! Teşekkür ederiz!”
“Cadı nesillerdir ormanda yani bacaklarımızı uzatarak uyuyabiliriz!”
“Sensiz neler olacağını düşünmek bile istemiyorum! Lütfen sonsuza dek bizimle kal!”
“Cadı çok güzel!”
Bu yağcılıktı ancak Amelie rahatsız olmamıştı. Minnettarlıkları abartılı olsa da içtendi. Yine de Amelie, itibarını korumak için duygusuzca kafasını çevirdi.
“Yangına dikkat edin! Hızlıca eve gidin. Bugün gece bekçilerinin ormana girmesine izin vermeyin.”
Devriyedelerken sebepsiz yere denk gelebilirlerdi, Serwin’le görüşmek zordu. Avcılar başlarını salladılar.
“Öyleyse ben gidiyorum.”
Amelie süpürgesini çevirdi. Yangını durdurmuştu o yüzden şimdi İmparator’u bulma zamanıydı. Eve doğru uçtu.
“Cadı! Teşekkür ederim!”
“Seni seviyorum!”
Avcılar onu göremeyene dek bağırdılar.
~~~
Rüyasında Serwin, Amelie’nin bahçesinin önünde duruyordu. Amelie bunu hatırladı ve evine yöneldi.
‘Zamanı gelmiştir, değil mi?’
Amelie, evinin genel konumunun olduğu yere doğru uçtu ve çevreyi araştırmaya başladı. Cadı avı hazırlıklarında evi yukarıdan görünmüyordu çünkü büyükanne cadı evi göz önünden saklamak için büyü yapmıştı.
‘Benim büyü yeteneklerimle büyüyü bozmak zor.’
Sadece iki haftada ne kadar büyü öğrenebilirdi ki? Amelie’nin kullanabildiği büyü, yeni uyanmış bir cadının seviyesinin ötesinde değildi.
Gökyüzünden izlemek güzel ve güvenli olurdu ancak Amelie kendini tutamamıştı. Evinin yakınına indi.
‘Evin içinde ne olduğunu ama dikkatlice yaklaşacağım.’
Amelie dikkatlice ağaçların arasından yürüdü. Evin etrafındaki ağaçlar olağandışı bir şekilde beyazdı o yüzden iyi göremiyordu. Ayrıca orman karanlıktı ve görüş açısı daralıyordu.
‘Güneş batıyor olsa da hava hala aydınlıktı.’
Gökyüzüne baktı. Ağaç yapraklarının arkasında kaldığı için görmek zordu ama zaman zaman görülen gökyüzü hala aydınlıktı. Ormanın böyle karanlığa bürünme vakti değildi. Ayrıca, ormanın atmosferi de normalden farklıydı.
‘Fazla sessiz.’
Etraf o kadar sessizdi ki rahatsız olmuştu. Sanki tüm canlı varlıklar nefeslerini tutuyor gibiydi. Amelie, ellerindeki süpürge sopasını sıktı. Ağaçtan bir şey fırlayacak gibiydi. Ormanda bir gerginlik hissi vardı.
Fışşş.
Ormandaki ağaçlar sallandı fakat hiçbir yerden rüzgar esmemişti.
‘Neler oluyor böyle?’
Amelie, kurumuş tükürüğünü yuttu. Acaba konağa geri mi dönseydi?
Ama geri dönemezdi. En azından sonradan ilgilenebilmek için neler olduğunu kontrol etmek zorundaydı.
Ev yakınlaştıkça küf kokusu güçlendi. Günün birinde kokladığı sülfür kokusuna benziyordu. Amelie burnunu kırıştırdı. Gitmeden önce burayı temizlemişti yani evin böyle küflü kokması için hiçbir sebep yoktu. Adımları birazcık yavaşladı.
‘Koku boş arsadan geliyor.’
Amelie yürümeyi kesti.
“Ah-?”
Ağaçların arasındaydı. Evin olması gereken boş arazi siyah bir dumanla kaplanmıştı. Amelie buz kesildi. Hızla en yakındaki ağacın arkasına saklandı. Kafasını çıkarıp yeniden boş araziye baktı.
‘Bu da ne?’
Gözlerini kırptı. Daha yakından bakınca, uzakta evi olduğuna inandığı bir gölge gördü. Boş araziye siyah duman dolmuştu. Amelie evine yaklaştıkça siyah duman daha da kalınlaşıyordu. Siyah duman açıkça onun evinden geliyordu.
‘Bu- Burası karanlık değil.’
Siyah duman o kadar kalınca yayılmıştı ki etrafı karanlıklaştırıyordu. Boş arazi, Serwin’in odasıyla aynı durumdaydı. Öncekinde Amelie, dumanı rüzgar büyüsüyle hareket ettirebilmişti ama kalın ve rutubetli dumana bakılırsa bu sefer işe yarayıp yaramayacağı belirsizdi.
‘İmparator nerede? Onun büyüyü görmesine izin veremem.’
Dumanın kalınlığından önünü düzgünce göremiyordu. Sadece evin belli belirsiz silueti görünüyordu. Sonra dumanın içinden bir şey kımıldadı. Bu bir insan mıydı? Amelie refleks olarak geri adım attı.
Tak.
Ayağına ıslak bir şey saplandı. Amelie şiddetle sırt üstü düştü.
‘Ah. Canım yanıyor.’
Kalçaları ve kuyruk kemiği acıyacak derecede sert bir şekilde yere yapışmıştı. Kaşlarını çattı ve önüne baktı. Önünde, üzerine basıp düştüğü yavru geyiğin cesedi vardı.
O, sık sık bahçeyi ziyaret eden geyik ailesinin bir yavrusuydu. Amelie’nin evden gittiği gün çok sağlıklı görünüyordu ancak şimdi çürümüş ve parçalanmış bir cesetti.
Akıl almaz sahneler devam etti. Kalın siyah duman, çekirge sürüsü gibi geldi ve yavru geyiğin üzerine çöktü. Duman dokunduğunda ceset hızla çürüdü. Yavru geyiği yiyen duman ağaca tutundu. Sonra, gökyüzüne doğru sağlam bir şekilde uzanan ağaç hızla kurudu.
Siyah duman, ormandaki canlıları tek tek yemişti.
“Ah-”
Amelie inledi. Bu gerçekten korkunç bir görüntüydü. O siyah duman da neydi öyle? Dudağını ısırdı.
‘Rüyamda da böyle miydi?’
Amelie tam olarak hatırlamıyordu. Çünkü ormanı cayır cayır yakan yangın ve Serwin’in yüzündeki edepsiz gülüş dikkatini dağıtmıştı.
‘Öyleyse bu siyah duman ne?’
Tüm canlı şeyleri yiyen ve dünyayı felakete sürükleyen bir varlık. Belki de şu an burada bir “felaket” yayılıyordu.
‘Hayır, bu doğru. Burada felaketten başka bir şey yok-”
Tenha orman, romanda tarif edilenle aynıydı. Amelie, durumu çözmek için çaresizce aklını kullanmaya çalıştı.
‘Neden? Neden felaket şimdiden serbest kaldı? Mümkün değil… İmparator öldü mü? Hayır, felaket yine de fazla yavaş yayılıyor. Romanda hızlıca ve güçlüce yayıldığı söylenmişti.’
Demek ki bu geçici bir olguydu.
‘Ama neden? Mühür mü zayıfladı? Mühür zayıfladıysa, şu anki durum açıklanabilir-‘
Amelie siyah dumana baktı. Şu anki gibi serbest kalmaya devam ederse Fidelia Ormanı tehlikede olurdu.
Bazı durumlarda, ormanın yakınlarındaki köylere zarar verebilirdi. Bölgedeki insanların önündeki geyik gibi olduklarını hayal ettiğinde midesi bulandı.
‘Dumanı İmparator’un odasında yaptığım gibi büyülü bir şekilde uçurabilir miyim ki?’
Büyü kullanmanın, cadı olarak kendisini Serwin’e ifşa etme riski vardı ama şu an bu önemli değildi. Dünya yerle bir olmak üzereydi ve bu olmadan önce onun bunu engellemesi gerekiyordu.
Amelie, elinde süpürgeyle ayağa kalktı. Boş araziye baktı ve büyü kullanmaya başladı. Büyünün kendisi basitti, sadece güçlü bir rüzgar yaratmak gerekiyordu. Ormanı sarsacak derecede devasa ve şiddetli bir ani rüzgara ihtiyacı vardı.
“…!”
Bir anda Amelie’nin etrafında güçlü bir rüzgar oluştu. Rüzgar tüm yönlere yayılıyordu.
Fııııııııııııışşşşşşşşşşş.
Dallar, Amelie’nin rüzgarını hoş karşılamışlarcasına sallandılar. Sonra siyah duman azar azar dağıldı. Amelie’nin görüş açısı yavaşça aydınlandı. Ancak bu, her şeyden tek seferde kurtulmak için yeterli değildi.
‘Kolay değil.’
Amelie rüzgarı durdurdu. Hala karanlıktı ancak evin şekli az çok ortaya çıkmıştı. En azından, yakınlarda ne olduğunu anlamaya yeterliydi.
“Ah…”
Boş arazi ortaya çıktığında siyah dumanın sebep olduğu trajedi de açığa çıkmıştı. Boş arazide parçalanmış bir sürü ceset vardı. Yetişkin geyikler, küçük kuşlar, vahşi köpekler… Çürüme dereceleri farklıydı ama berbat bir görüntü vardı.
Amelie başka bir rüzgara sebep oldu. Sonra bahçede bir şey gördü. Şekli insana benziyordu fakat siyah duman onu baştan aşağı sarmıştı, bir bakıma gölge gibiydi.
“-Tıpkı rüyamda gördüğüm yer gibi… O, İmparator mu?”
Amelie dikkatlice onun yüzüne baktı. Yuvarlak kafanın üzerinden aklın bir kir tabakası akıyordu. Onun ötesinde bir yüz görebiliyordu. Sonra o şey arkasını döndü ve sırıttı. Dudakları, yanağına doğru yırtılmıştı ve göz kenarları ve yanaklarında derin kırışıklık tabakaları vardı. Bu, rüyasında gördüğü gülümsemeyle aynıydı.
“Ayyyy!”
Amelie korkmuştu ve neredeyse arka üstü düşüyordu. O şey yavaşça Amelie’ye yaklaşmaya başladı.
[Ahh…]
“U-Uzak dur!”
Amelie bağırdığında o şey yürümeyi kesti.
[Demek küçük cadı beni şahsi olarak görmeye gelmiş.] dedi ‘felaket’ yumuşak bir şekilde. İlk bakışta, bir çocukla ilgileniyormuş gibi arkadaşça görünüyordu. Şeytan her zaman insanları şaşırtmak için nazik olduğunu söylemez miydi? Ancak sesi, bir demiri kazıyormuşçasına berbattı ve Amelie’nin kulağında çınlıyormuşçasına kuvvetliydi. Amelie çılgınca kulaklarını ovdu.
“Ah, uh… Se-Sen de kimsin!”
Amelie zar zor sesli bir şekilde sorabilmişti. Boğuluyormuş gibi tıkanmış hissediyordu.
O şey, başını yana doğru eğdi. Kafası tuhaf bir şekilde bükülmüştü ve sıkışmış gibi bir ses çıkarmıştı.
[Ben, dünyanın üzerindeki felaketim. Tam olarak bildiğin şeyim.]
Kikikikikikiki.
Bu bir kahkaha veya cızırtı sesi olsa da ses felaketten gelmişti.