10.Bölüm
Serwin kendisini odaya kilitlediği için Amelie konakta gezinebiliyordu. Amelie, Renee’den görgü kurallarını öğrenmişti ve onunla oynayarak zaman geçirmişti. Bazen büyü kitapları okuyordu ama zamanının çoğunu ailesiyle geçiriyordu. Ne yaparsa yapsın ailesinin varlığıyla vakit geçirmek güven verici ve rahatlatıcıydı. Amelie’nin hayatındaki ilk sevgi dolu gündü.
‘Güzel, bu güzel bir hayat.’
Suyeon önceki hayatında her zaman yalnızdı. Büyüdüğü tesis güzel bir yerdi ve öğretmenleri de onunla iyi ilgilenmişlerdi. Yakın bir arkadaşı da vardı.
Buna rağmen Suyeon, kalbinin köşesindeki yalnızlığı silememişti. Onun yalnızlığını kimse böyle dolduramazdı. Ne yaparsa yapsın üzerinden silkip atamadığı yalnızlığı yüzünden her zaman tek başınaydı.
Ancak, Kont Dellahaim’ın bir parçası olarak geçirdiği günler boyunca Suyeon önceki hayatını unutabilmişti.
Özel olarak bir şey yapmamış olsa da rahatlamıştı ve boş vakti vardı ama bu yalnızlık kalbini doldurmuştu ve tek başına olsa da yalnız hissetmiyordu.
Bunun sonucunda doğal olarak merak etmişti. Bu mutluluğu geride bırakmak zorunda mıydı? Serwin, zamanı gelince gidecekti ve diğer cadı da Dellahaim’da bulunabilirdi.
“Evden ayrılmak zordur.” diye eski bir söz vardı. Önceden bu sözü anlamıyordu ama şimdi anlıyordu. Çünkü ev diyebileceği bir yeri vardı.
‘Ama hala birazcık rahatsız edici.’ Ve cadılarla iletişim kurmaya ihtiyacı olacak kadar çaresiz durumdaydı.
Yolculuğa çıkmaktan o kadar kolay vazgeçememesinin sebebi, aklının bir köşesinde bulunan endişeydi.
Endişeden bahsetmişken, Amelie dün gece bir rüya görmüştü. Rüyasında Fidelia Ormanı yanıyordu. Devasa yeşilliğin cayır cayır yandığı sahne, romanda görülen “Dellahaim’ın sonu” gibiydi.
Bu kesinlikle bir rüyaydı.
Konakta uykuya daldıktan sonra birdenbire ormanın ortasında duruyor olması hiç mantıklı değildi. Bunun bir rüya olduğunu biliyor olmasına rağmen soğuk hissetmiyordu. Yanakları onu eritebilecek kadar sıcaktı ve alevler yanıyordu.
‘Neden, neden-? Bu, Dellahaim’ın düşüşü mü-?’
Asıl romanda gerçekleşen ilk olay Dellahaim’ın düşüşüydü. Amelie’nin ölümüyle İmparator’un Şövalyeleri Dellahaim’a gelmiş, Kont’u öldürüp insanları katletmişlerdi. Sonra Fidelia Ormanı’nı ateşe vermişlerdi.
Orman, kaos içindeydi. Alevler rüzgarla daha da büyüyorlardı. Duman görüş açısını kapatıyor ve ağaçlar düşerek yolu kapatıyordu. Yangından kaçan hayvanlar ağaçların altında eziliyor ve çığlık atıyordu. Diri diri yanan hayvanların çığlıkları gece göğünü dolduruyordu.
Amelie’nin evi alevlerden kaçamamıştı. Büyüyüp yaşadığı memleketi yakmalık odun gibi yanmıştı. Şiddetli yangının altındaki küçük ön bahçe, köylülerin cesetleriyle doluydu ve cesetlerin ortasında bir adam vardı.
Kılıcından kan damlayan bir katil.
‘Bu korkunç.’
Adam, uğursuz ve tüyler ürperticiydi. Amelie yalnızca cesetlerin arasında duran adama bakıyor ve titriyordu.
Adamın figürüne bakan Amelie, taş gibi kaskatı kesilmişti. Siyah saçlar rüzgarda dalgalanıyordu. Sivri burun ve acımasız gözler ona tanıdık geliyordu.
‘Sen İmparator’sun-‘
Neden İmparator buradaydı? Neden insanları öldürüyordu? Gelecek değişmemiş miydi?
Amelie’nin kafası karışmıştı. Bu rüya ne gösteriyordu?
Sonra İmparator aniden arkasını döndü.
Amelie onun siyah gözleriyle göz teması kurdu. Bunlar, İmparator’un sembolü olan altın rengi gözler değildi. Yüz ifadesi de farklıydı. Çevresine karşı her zaman gözleriyle tetikte olan Serwin’in aksine karşısındaki İmparator rahattı.
Amelie bir adım geri çekildi. İçgüdüleri kulağına fısıldadı.
‘…O, İmparator değil.’
O, Serwin’in kabuğuyla kaplanmış bir canavardı. Amelie’ye gülümsedi ve Amelie korkudan sindi. Kırmızı ağzının kenarı yanağına kadar yırtılmıştı. Dudaklarının arasındaki kara delikten bir dizi ses çıktı.
“İşte buradasın.”
Kaç. Kaçması gerekiyordu. Yoksa ölecekti!
Amelie arkasını dönüp koşmaya başladı. Önünde cayır cayır yanan bir ateş vardı. Alevler, onu yalayıp yutmak istermişçesine şiddetle gürledi. Arkasındaki şey, yanarak ölmekten daha korkunçtu. Bir kütük gibi ateşin içine atladı. Bedeni sıcaktan erimek üzereyken birisi Amelie’nin omzunu kavradı.
“Ayyy!”
Amelie çığlık atarak gözlerini açtı. Sonra yangın ve adam kayboldu. Onun yerine Renee’nin yüzünü gördü.
“Amelie, iyi misin?”
“Renee…”
“Çığlıklarını duydum-“
Amelie telaş içinde etrafına baktı. Terli saçları yüzüne yapışmıştı. Kalp atışı o kadar hızlıydı ki sanki kulaklarının dibinde atıyordu.
“Hah…”
Burası orman değildi. Odasında, kendi yatağındaydı. Belki de gerçekçi bir rüya görmüş olduğu için karşısındaki sahneyi bağdaştıramamıştı.
“Amelie! Neler oluyor? ‘Git’ diye bağırdın!”
Kont, kapıyı kırmaya hazır bir şekilde odaya daldı. Amelie’nin çığlığını duyduktan sonra hızla gelmişti.
“Kabus görmüş olmalı.”
Amelie’nin yerine Renee cevap verdi.
‘Sadece bir rüya değildi.’
Amelie bir şey söylemedi. Bu, ‘kabus’ kelimesiyle ifade edilmek için fazla berbattı. Canavarla göz teması kurduğu zaman hissettiği o dehşet verici his hala canlıydı.
“Gerçekten korkunç bir rüya olmalı.”
Kont, Amelie’nin omzuna sarıldı ve terini sildi. Renee de Amelie’ye sarıldı. İki taraftan da sıcaklık yayılıyordu. Ancak o zaman Amelie bedeninin soğuk ve terli olduğunu fark etti.
‘Sadece bir rüyaydı. Artık ailemleyim.’
Amelie, başını Kont’un omzuna yasladı.
‘Neden öyle bir rüya gördüm ki?-‘
Bu düşünce uzun sürmedi. Amelie, bayılmış gibi Kont ve Renee’nin kollarında uyuyakaldı.
~~~
Bir sonraki günün gündüz vakti.
Amelie yatağından gizlice çıktı. Şekerleme yapma bahanesi uydurmuş olduğu için hırsız gibi dikkatli bir şekilde hareket ediyordu.
Varış noktası, Serwin’in odasıydı. Dün gece gördüğü kabus konusunda endişeleniyordu o yüzden Serwin’i sadece bir anlığına görecekti.
Amelie, dün geceki kabusun görülemeyen şeylerin görüldüğü bir rüya olarak düşünüyordu. Cadıların temel yetenekleri arasında kehanet yoluyla geleceği öngörebilmek vardı. Bazen kehanet aracı olmadan geleceğin görüldüğü durumlar oluyordu ki buna ‘cadının öngörüsü’ deniyordu.
İlk başta Amelie, gördüğü sahnenin ‘tesadüfi olarak Dellahaim’ın düşüşü’ olduğunu düşünmüştü ama tekrar hatırlayınca anladı ki bu kesinlikle ‘öngörü’ydü.
‘Dışarı çıkardığı ev gereçleri, evle birlikte yanıyordu. Ayrıca biraz önce Serwin’in kıyafetleri görülüyordu…’
Öngörünün gösterdiği şey uzak bir gelecek değildi. Birkaç gün içinde gerçekleşecek yakın bir gelecekti.
‘Rüyamda gördüğüm gözler de şüpheliydi.’
Siyah gözler. Acımasız gülümseme.
Figür, Serwin’in figürüydü ancak bedenini hareket ettiren açıkça başka bir şeydi. Aygın baygın gülümsüyordu ama dünyaya karşı tamamen fesatlık doluydu. Şüpheler, Serwin’in bedeninin mühürlendiği “felaket”e aktarılmıştı.
Böyle bir rüyayla birlikte, Serwin’in hasta olması da olağandışıydı.
‘Gizlice yaklaşıp kontrol edeceğim. Sadece Serwin’in iyi olduğundan emin olmak için.’
Serwin’in bugün bile odasından çıkmadığı söylenmişti.
Onun odasına erişmek kolay değildi.
Hizmetlilere göre, Şövalyeler merdivenlerden Serwin’in odasının bulunduğu kata kadar nöbet tutuyorlardı. O yüzden Amelie dışarıdan yaklaşmaya karar vermişti. Konağın dışında yeni bir şekil değiştirme yapacaktı ve pencereden girecekti.
Amelie duvara yapıştı ve etrafa bakındı. Onu ispiyonlayacak kimseyi görmemişti.
“Pekala, kimse yok.”
Amelie büyüyü ezberlemişti. Puf! Sesle birlikte görüş açısı alçaldı. Başarılı bir şekilde kuşa dönüştüğünde kısa bir baş dönmesi yaşamıştı.
‘Gidelim bakalım.’
Amelie yeri tekmeledi ve kanatlarını çırptı. Çimler, kanatlarından çıkan rüzgarla dalgalandı. İmparator’un korumasını kontrol ettikten sonra tereddüt etmeden doğruca pencereye uçtu.
Amelie odaya yakından baktı. Serwin’in odası aynıydı ama aynı zamanda Amelie’nin geçen sefer orada olduğu zamandan farklıydı. Perdeler yarı yırtılmıştı ve tüm ev eşyası yere saçılmıştı. Amelie, Serwin’in sinirli olduğu için tüm bunları kırdığını varsaydı. Ayrıca pencereler o kadar özenle kapatılmıştı ki odanın içi göze çarpan gün ışığında bile karanlıktı.
‘Böyle yaşarsan hastalanırsın.’
Amelie dilini şaklattı. İnsanlar gün ışığı görmeli ve biraz temiz hava almalılardı. Gözleriyle İmparator’u buldu. Yatağa bir şey sinmişti.
‘Bu o mu?’
Gözlerini kıstı ve daha yakından baktı. Bu, çıplak bir adamın sırtıydı.
“Cik!”
Amelie şaşırmıştı ama adamın sırtı, başını başka tarafa çevirmesi için fazla mükemmeldi.
Gözleri Serwin’in geniş omuzlarından beline doğru eğik bir çizgi şeklinde fırladı. Açıktaki sırtı, hiçbir yağ olmadan tamamen kas doluydu. Duruşu, kemiklerini ve kaslarını ön plana çıkarıyordu. Amelie hayatında hiç böyle mükemmel bir figür görmemişti. Serwin’in figüründen zevk alırken hararetlendiğini fark etti.
‘Ah-‘
Bezelye büyüklüğündeki nane rengindeki gözler tuhaf bir şekilde parıldadı. Bilinçsizce pencereye doğru yaklaştı. Tüylü göğsüyle kendisini pencereye bastırdı. Gagası pencereye çarptı.
‘Ah, hayır. Bunun sırası değil.’
Amelie çılgınca başını salladı. Onun fiziksel görünümünü beğenmek için burada değildi. Karşısındaki, korkunç İmparator’du. Bedeni nedeniyle Amelie’nin ağzının suyunun aktığını bilseydi Amelie ölü biri olurdu.
‘Karanlık olduğu için odayı göremiyorum. İçeri girmem lazım.’
Amelie, penceredeki kilide baktı. İradesini kullanarak kilidi ve pencereyi açtı. Bu süper güç de cadı büyülerinden biriydi.
Pencere açıkken Amelie içeri uçtu ve sonra çığlık attı.
“Ciik ciik!”
Odayı dolduran siyah bir duman vardı. Oda alışılmadık bir biçimde karanlıktı; ışık olmadığı için değil, dumanla dolu olduğu için.
‘Bu da ne böyle?’
Amelie kaşlarını çattı. Odaya girer girmez bedenindeki tüm tüyler havalanmıştı. Rüyasındaki adamı ilk kez gördüğündeki gibi bir kriz algısı hissetmişti. Bunun normal bir duman olmadığını düşünüyordu.
‘Böyle bir şeyi soluduğun için iyi hissetmiyorsun.’
Amelie, Serwin’e baktı. Serwin hala sırtüstü yatıyordu. Onun gibi misafirlere karşı duyarlı bir kılıç ustasının pencerenin açılmasıyla hareket bile etmediğini görünce onun derin bir uykuya dalmış olduğunu düşündü.
‘Çünkü uyuyorsun. Sana taptaze bir hava aldıralım.’
Puuf!
Amelie insan formuna geri döndü ve tüm pencereleri açtı. Pencereler açıldığında hafif rüzgar, temiz havayı odanın içine çekti.
Fışşş fışşş fışşş!
Temiz hava Amelie’nin saçlarını dalgalandırarak odaya doldu. Ancak siyah duman hareket etmiyordu. Özellikle Serwin’in etrafında duman vardı. Buradaki duman daha açıktı ama bir yerde rutubetli bir his vardı.
“Bu çok tuhaf. Duman neden havalanmıyor?”