Bölüm 1 – Naihe Köprüsünde Bekleyen Biri
Yeni İmparator’un tahta geçtiği gün, acı ve soğuk bir yer olan Ninggu Kulesi’ne giden yolda Mu Zhiming sürgünde öldü.
Binlerce dağ ve kuş geçildi. Ay ile birlikte güneşin parlak ışığını örten dondurucu kar, hem gökyüzünü hem de dünyayı kapladı.
Jin Hanedanlığı İmparatoru Wu Fu Yi, ulusal kutlamadan sonra imparatorluk yatak odasına geri döndü. Hanedanlığın güçlü bir bakanı olan Ning Dükü’nün en büyük kızını kendisine yatakta hizmet etmesi için çağırdı.
Değerli imparatorluk kanepesinde, bir elinde şarap ve kucağındaki güzellikle Fu Yi bir şarkı mırıldandı. Onun parlak gözlerine baktığında aniden aklına bir kişi geldi.
Birkaç ay önce o kişi, Xuande Salonunun dışında çok uzun bir süre diz çökmüş, alnını kanla kaplanana kadar yere vururken acı acı yalvarmıştı.
Soyadı Mu, verilen adı Lizhu ve nezaketen adı Zhiming’di.
Özel olarak Fu Yi; Yi-gege diye hitap etmeyi severdi.
Aynı zamanlarda binlerce mil uzaklardan Fu Yi de onu düşünüyordu. Mu Zhiming karda diz çökmüş, annesi Gong Shi’den kalanları toplamaya çalışıyordu. Parmakları o kadar kırmızı ve sertti ki onları bükemiyordu bile. Paslı demir kelepçe tarafından çiğnenmiş ve beyaz kemikleri hafifçe görünen bilekleri kan içindeydi. Bir odun parçası kadar zayıftı ve bir kaşık dolusu donmuş toprağı bile tutacak gücü yoktu.
Mu Zhiming, soğuktan korkan annesi Madam Gong’un hayattayken ipek ve altın ipliklerle işlenmiş düz brokar giysiler giymeyi sevdiğini hatırladı. Bahçede bahar manzarasının tadını çıkarır, doğu rüzgarına karşı kadeh kaldırırken çiçek toplardı. Ancak şimdi eski püskü, kaba keten giysiler giymiş; sürgüne giderken yolda öldüğünde yırtık pırtık, kirli bir hasıra sarılmıştı.
Sonsuza değin ayrı ayrı.
Rüzgar ve kar şiddetliydi. Mu Zhiming yalnız ve ıssız mezarın önünde başını kaldırdı. Bir zamanlar temiz ve eşsiz olan görüntüsü şimdilerde solmuştu. Hızlı ve zeki mizaci ölümün külleri kadar griydi. Kendisine eşlik eden memur sabrı taşana kadar beklese de sonra Mu Zhiming’i teşvik etmeye başladı. “O zaten öldü ve gömüldü. Burası donuyor ve biz ölesiye titriyoruz. Yerleştiğimiz yıkık tapınağa bir an önce gidelim, en azından bizi rüzgardan korur.”
Mu Zhiming arkasındaki iki memura doğru dönüp başını eğdi. “Eğer memurlar üşüdüyse, antik tapınağa gidip dinlenebilirler. Anneme birkaç kelime daha söylemek istiyorum. Bu hayatta hala saygılarımı sunabilir miyim bilmiyorum ancak yine de anne babaya saygı için elimden gelenin en iyisini yapmalıyım.”
Eskiden yan Dük’in oğlu olan ve başkentin her yerinde bilinen Mu Zhiming’e bakılar. Şimdi lütuf için eğilmiş toprağı eşeliyordu.
Memurlardan biri çok sinirlendi. Belinden sarkan kılıcı kaptığı gibi kınıyla Mu Zhiming’in omuzuna vurarak onu yere düşürdü. “Neden bahsediyorsun sen? Kaçmaya mı çalışıyorsun. Sana şunu söyleyeyim, tuhaf bir şey yapmaya yeltenme.”
Mu Zhiming soğuk karın içine düştü. Zayıf olduğundan, titreyerek ayağa kalkmadan önce uzun süre öksürdü ve nefes nefese kaldı. Memurla yüz yüze geldikten sonra bir kez daha diz çöktü. “Memur bey, üzerimde ağır prangalar var ve on adım bile atamıyorum. Nereye koşacağım? Ayrıca kolumda imparatorluk mahkemesinin mührü var. Beni kim alacak? Kuzey sınırının beyaz karla kaplı ıssız bir arazi olduğundan bahsetmiyorum bile. Eğer kaçarsam başıma gelecek tek şey soğuktan ve açlıktan ölmek olacaktır.”
Memur sabırsızdı “Hıh, işin bitti mi?”
“Tamam.” diyen diğer memurun suratı da sabırsız görünüyordu. “Kişinin ebeveynlerinin ölümü büyük bir meseledir, son birkaç söz söylemesine izin verilmelidir. Ayrıca haklı, bu yoğunlukta kar yağarken nereye kaçabilir? Tapınağa geri dönüp bekleyelim. Bir süre sonra gelmezse onu aramaya geliriz. Nasıl olsa kaçabileceğini sanmıyorum.”
“Hımm.” Yaygarayı koparan memur olayla alay edip üstüne küfür etti “Ne bela! Bu boktan bir iş.” dedi ve öfkeyle uzaklaştı.
Nazi Subayı şevkatli gözleriyle Mu Zhiming’e bakip arkasını dönerek uzaklaştı. Mu Zhiming’in ona doğru eğilip, neredeyse duyulmaz bir sesle “Teşekkürler memur bey.” dediğini duydu. Subay elini salladı ve ardından yüzünü rüzgara ve kara dönüp orayı terk etti.
Kısa bir süre sonra, gökyüzü ve yer arasında Mu Zhiming mezarın başında yalnız başına durdu. Biraz nefesini düzenlemeye çalıştıktan sonra Mu Zhiming kirli bir hava bulutu üfledi. Mu Zhiming karanlık gökyüzüne baktı, prangalardan yaralanmış avuçlarına sıcak hava üflerken başını son derece yavaş bir şekilde eğdi. Ancak soğuktan elleri hala donuyordu. Üzerine biraz düşündükten sonra, Mi Zhiming donmuş parmaklarını ısıtmak için ağzına soktu.
Çok geçmeden, donmuş parmakları soğuk ısırığının uyuşma ve karıncalanmasını hissetmeye başladı. Kısa bir sürenin ardından parmakları hareket etmeye başladı. Mi Zhiming elini kaldırdı ve saçının içinden, kulağının arkasına gizlenmiş olan ince demir teli çıkarıp onu birkaç kez çevirerek kelepçenin kilidine yerleştirdi.
Aristokrat bir ailede doğmasına rağmen, çocukluğundan beri mekanik sanatını sevmişti bu yüzden de prangalar üstesinden gelinmeyecek şey değildi.
Kısa bir süre sonra prangalar yere düştüğünde Mu Zhiming’in vücudu büyük ölcüde gevşedi. Ancak bunlar olduğu sırada, ince ve yırtık pırtık giysilerini çoktan ıslatmıştı. Soğuk rüzgar estiği vakit Mu Zhiming kontrolsüzce titredi.
Omuzlarındaki karı temizledikten sonra, Madam Gong’un yalnız mezarına diz çöktü. Üç kez ağırca eğildikten sonra ayağı kalktı, on adım sendeledi ardından mezara sırtını dönerek kalın çizmelerinin altından ağustosböceği kanatları kadar ince bir bıçak çıkardı.
Mu Zhiming trans halinde bıçağı uzun süredir kanla kaplı olan sağ bileğine dayadı, o anda Fu Yi’nin ona söylediği sözler kulaklarında yankılandı.
“Yarım yıl sonra seni almaya geleceğim.”
Ardından Mu Zhiming sol eli sertçe bastırdı ve sağ bileğini şiddetle kesti. Ne yazık ki çok zayıftı ve kalan tüm gücünü kullanmasına rağmen sadece hafif bir kesik atabildi. Böylelikle, Mu Zhiming bıçağı tutuşunu düzeltti ve tekrar kesti ancak kan görülmedi. Tekrar denedikten sonra derisinden biraz kan sızdığını görebildi bu yüzden etini kesmeye devam etti.
Kanın kırmızı rengi, damlacıklar halinde karın üzerine düşerek bir süre sessizce kırmızıya boyadı. Sonra Mu Zhiming donuk bir sesle yere düştü. Soğuk rüzgar eserken karda öylece kıvrıldı, uykulu ve yorgun hissetmeye başlıyordu. En nihayetinde gözlerini kapadığında, bu hayata bir daha uyanmadı.
*
Mu Zhiming bir şaşkınlık içinde kendini kemerli bir taş köprünün önünde dururken buldu. Gökyüzü karanlıktı. Köprünün altındaki nehir kan akıyormuş, içerisi yılanlar ve böceklerle doluymuş gibi görünüyordu. Kokusu bile balık gibiydi ve korkunçtu
Birdenbire birisi Mu Zhiming’e seslendi “Gongzi.”
Mu Zhiming ses doğru döndü ve nazik görünümlü yaşlı bir kadının ona el salladığını gördü. Mu Zhiming ona doğru yürüdü, tam nerde olduğunu soracakken yaşlı kadının şunları söylediğini duydu. “Gongzi, köprüde biri seni bekliyor. Git ve o kişiyle tanış.”
“Beni mi bekliyor?”
Mu Zhiming’in kafası karışmıştı.
“Aynen öyle, acele et.” yaşlı kadın ona nazikte gülümsedi ve Mu Zhiming’e yolu gösterdi. Mu Zhiming’in kafası karışmış olsa da yaşlı kadına teşekkür ederek onun gösterdiği yöne doğru yürüdü. Taş köprüde birkaç adım attıktan sonra köprünün yan tarafında sırtı kendinde dönük birini gördü. Mu Zhiming o kişiye dikkatlice baktı ancak uzun bir süre baksa da kim olduğunu anlayamadı ve rastgele tahminler yürütürken ona doğrü ilerledi.
“Baba? Anne?”
“A-Yin mi? Caiwei?”
“İkisi de değil… Ji’an olabilir mi?”
Mu Zhiming o kişiye doğru yürürken bağırdı ancak kişinin döndüğünü hiç göremedi. Yalnızca Mu Zhiming yaklaştığında o kişi arkasını döndü. Gözleri kesiştiğinde Mu Zhiming olduğu yerde kalakaldı.
“Nasıl olabilir?”