Anna ile beraber odama girdik ve koltuklara kurulup sohbet etmeye başladık.
Ona yaptıklarımızı anlattım.
Nedense ona her baktığımda rüyamdaki Aria’yı hatırlıyorum.
Neden sürekli rüyamla kıyaslıyorum gördüklerimi?
Uyandığımda sanki iki ay geçmiş gibi hissediyordum. Çoktan doğum günüm gelmiş gibiydi. Halbuki doğum günüme henüz iki ay vardı. Sadece bir rüya olmalıydı. Ama bu bir rüya için çok gerçekçi değil miydi?
Aslında biliyordum. Bu bir rüya değildi. Fakat bir rüya olduğunu düşünmek daha kolaydı.
“Okulunuz açılana kadar eğlenebildiğiniz kadar eğlenin. Çünkü sadece bir haftanız kaldı.”
“Neeeeee?!! Sadece bir hafta mıı?! Olamaaaz!!!”
“Maalesef oldu bile.”
“O zaman son günlerimi dolu dolu geçireceğim! Yarın alışveriş merkezine gitmek için izin isteyeceğim.”
Ertesi gün – Yemek salonu
“Anneciiim~! Babacııım~! Bugün Anna ile beraber alışveriş merkezine gidebilir miyiiz~?”
“Zaten okulların açılmasına sadece bir hafta kaldı.”
Babam gülümsedi ve
“Hey, hey! Sakin ol, gidebilirsiniz tabii ki. Sizi oraya götürmesi için şoföre haber vereceğim.”
“Teşekkürler babacııım~!”
Hizmetçilerin özenle hazırladığı kahvaltımızı bitirdik ve masadan kalktık. Doğruca odama gidip hazırlandım. Küçük bir gezmeye çıkacaktık. Bu yüzden rahat kıyafetler giymeyi tercih ettim. Kıyafetlerim tamamen mavinin tonlarından oluşuyordu. Saçlarım da rüyamın aksine burada aşırı nadir bir renk olan gözyüzü mavisi olduğu için kıyafetlerim ile birbirlerini tamamlıyorlardı.
Hazırlanmayı bitirdiğimde Anna hazırlanmış bir biçimde yanıma geldi.
“Küçük hanım, hazırlandıysanız çıkalım mı?”
Anna kumral uzun saçlarına uygun bir şekilde kahverengi giyinmiş olsa da bu onu genç yaşının aksine büyük gösteriyordu. Yine de kıyafetleri onu her ne kadar böyle gösteriyor olsa da açık tenini ve pürüzsüz cildini öne çıkarıyordu. (Ne dediğini anlamayan yazar ????)
“Hazırımm, haydi çıkalım!”
Anna ile beraber aşağı indik ve evin kapısının önünde bekleyen arabaya bindik. Bizim binmemiz ile beraber şoför yola çıktı. Kısa bir yolculuktan sonra alışveriş merkezine varmıştık. Şoför bizi oraya bıraktıktan sonra geri döndü. Alışveriş merkezine girdik. İlk olarak alışveriş merkezinin en üst katında bulunan oyun alanına gitmek istiyordum. Oradaki çeşitli makinelerle oynamak oldukça eğlenceliydi. Doğruca yürüyen merdivenlere binerek en üst kata çıktık ve oyun alanına gittik. Tüm makineleri sırayla denedik. Anna pek maharetliydi.
Tabii saç rengimden olacak ki diğer insanların bakışları da üzerime çekilmişti yine. Fakat bu bakışlar beni rahatsız etmiyordu, kötü amaçlı değildi sonuçta. Genellikle dikkatlerini çektiği ve hoş buldukları için bakıyorlardı. Saç rengimi seviyordum.
Bir süre oyun oynadık bu şekilde. Midelerimiz zil çalmaya başlamıştı.
“Anna hadi artık birşeyler yemeye gidelim.”
“Ben de tam onu söyleyecektim. Lafı ağzımdan aldınız.”
Böylece çıtır tavuklarımızı aldık ve oradaki boş masalardan birine oturduk.
Kokusu beni cezbeditiyordu! Afiyetle yemeye başladık.
Mis gibi, leziz mi leziz, o harika tada sahip olan çıtır tavukların taze kızarmış patateslerle ve o buzz gibi ferahlatıcı kola ile anlatmakla olmayacak kadar o mükemmel uyumu yok muydu?
Bu tada bayılıyordum.
Gözüm dönmüş şekilde tadını çıkara çıkara çıtır tavuklarımı yedim.
Haliyle tabii ki sıra tatlılara gelmişti! Tatlı olarak ise çikolatalı puding ve dondurma yedik. Her ikisine de ayrı ayrı bayılıyordum.
Midem içeride parti yaparken, beynim tatlının verdiği enerji ile sevinç çığlıkları atıyordu. İşte tadını çıkarmak gerçek anlamda buydu.
Tabii dozunu kaçırırsanız kötü olur. Ki ben çoktan dozunu kaçırmış, midem paylayacak gibi olana kadar yemiştim.
Evet, biraz rahatsız hissettiriyordu. Peki ben pişman mıydım? Tabii ki hayır!
O zevk, bu rahatsız edici hisse değerdi.
Bir süre sonra, normale döndüğümde biraz etrafta gezindik. Sinemanın başlama saati yaklaşıyordu.
Sinema salonuna gittik ve koltuklarımıza oturduk. Koltuklar salonun ortalarındaydı. Çünkü sinema izlemek için en güzel yer ortalardı ve özellikle koltuklarımızın orada olmasını istemiştik.
Sinemamızı izeledikten sonra güneş hafiften batmaya başlamış, işimiz bitmişti.
Eve dönme zamanımız gelmişti. Alışveriş merkezinden çıktık ve bizi alması için şoförü aradık. Bugün oldukça eğlenceli geçmişti. Tüm günümü dolu dolu geçirmiştim. Biz şoförün gelmesini beklerken gözüme birşey takıldı.
Biri daha bizimle aynı kaldırımda araba bekliyor gibiydi.
Hava kararmıştı, bu yüzden pek net görünmüyordu. Ben de görebilmek için biraz daha odaklanarak baktım ona doğru.
Bu kişi kulaklarına kadar gelen hafif uzun dalgalı altın sarısı saçlarıyla ve zümrüt gibi gecenin ışığında parıldayan yeşil gözleriyle rüyamdaki Umberto’ydu!.
Artık bu rüya dediğim şeyin rüya olduğuna inanmak daha da zorlaşmıştı. Bu kadar tesadüf bir arada olamazdı! Artık bu şeyin rüya olduğuna inanmak da zordu. Gerçeği kabullenmenin zamanı gelmiş miydi?
Ben bunları düşünürken Umberto’ya benzeyen çocuk ona baktığımı farketmii olacak ki – o şekilde bakarken farketmemesi zordu zaten- kafasını bana dönmüş gülümseyerek bana el sallıyordu.
“Merhaba!”
Devam edecek…