Çevirmen: onlystr842d
Bölüm 5
Sonrasında, varisini kaybeden Efret Düklüğü doğal olarak düşüşe geçti. Camilla akrabalarını araştırmış ve bir varis öne çıkarmıştı, ancak o sadece düklük varlıklarına göz diken bir dolandırıcıydı.
Camilla, oğlunu öldüren gelininden acımasızca intikam almıştı, ancak bu intikam oğlunu hayata döndürememişti. Sonunda hayatının geri kalanını, ailesinin düşüşünü izleyerek ve ölmeden önce bir akıl hastalığından muzdarip bir şekilde geçirmişti.
… Veronica’nın anılarında anlatılan buydu.
Böylece, sonunda parayla kör olmuştum ve kendi mezarımı kazmıştım. Romanı okuduğumda bunun korkunç bir kader olduğunu düşünmüştüm, ama bunun yakında benim geleceğim olacağını düşününce baştan aşağı titredim. Rolümün bu kadar kötü bir karakter olduğuna inanamıyorum. Çok kötü bir şanstı.
Elimi uzattım ve aşağı baktım. ‘Kocanı bu elle mi zehirleyeceksin?’ Bunu düşünmek bile beni çok kötü hissettirdi.
“Bu nasıl oldu?”
Sabah erkenden yarı zamanlı işimden dönerken, bir araba çarpmıştı ve ölmüştüm. Ne tür bir ölümdü bu? Hâlâ çok gençtim.
O sırada, ‘Lady Crown’ romanı çantamdaydı ve bu hatırlayabildiğim kadarıyla ‘ben’in sonuydu… Okuduğum roman ve önceki hayatımda kim olduğum. Bütün bunları iki hafta önce hatırladım ve bunun sadece korkunç bir rüya ya da hayal gücü olduğuna inanmak istedim.
Ancak romanda gördüğüm şey yavaş yavaş gerçeğe dönüştüğü için bunu kabul etmekten başka çarem kalmadı. Son iki hafta içinde, ‘Lady Crown’da anlatılanların gerçeğe dönüştüğünü açıkça gördüm.
Örneğin, yağmurlu günler gibi önemsiz bilgilerden, başkentteki küçük ve büyük olaylardan sosyal haberlere kadar, hepsi gerçek oldu. Tüm bilgileri ve gözlemlerimi bir araya getirdikten sonra, buranın ‘Lady Crown’daki dünya olduğu sonucuna vardım.
Bunun sadece ölen ve başka bir dünyaya göç eden insanlar hakkında bir roman olduğunu sanıyordum.
Ama neden ben…?
Tamam bu iyi. Ama neden bu rolü aldım? Kocasını öldürüp sonra kendi de ölecek olan kötü kadının rolünü…
Biraz daha yaşayamaz mıyım?
‘Camilla’nın teklifini kabul etmemeliydim.’
Kendimi suçlayarak saçımı çektim.
Ama elimde değildi. O sırada başka seçeneğim yoktu.
Ah, bir tane vardı.
[Yüzün epey işe yarar.]
Bunu söyleyen ‘Opium’ salonunun sahibi Madam Louise’di.
Giysileri onarma işinde çalıştığımda, sadece en üst sınıf soyluların gittiği lüks bir salon vardı. Aslında salon, insanların bedenlerini alıp sattıkları bir yerdi.
Ancak konuklar ya asiller ya da soylulardı. Statüleri, güçleri ve zenginlikleri mükemmeldi. O salonda çalışan kadınlara ‘Leydi’ deniyordu ve onlarla görüşmek kolay değildi. Giysilerini tamir ederek para kazanmama rağmen, onlarla hiç yüz yüze görüşmemiştim.
Sonra bir gün, bana Madam Louise’in beni aradığı söylendi.
[Bu elbiseyi sen onardın, değil mi? Bu benim en sevdiğim elbise ve şükür ki olağanüstü yeteneğin sayesinde çok güzel hâle geldi. Sana özel bir ödül vermek istiyorum.]
Madam Louise kızıl saçlı ve şarap renginde gözleri olan bir kadındı. Onu görür görmez, çok cazibeli bir kadın olduğunu anlayabilmiştim.
Her neyse, üstesinden gelinmesi zor bir elbiseydi, ama onu tamir etmede oldukça iyi bir iş çıkarmıştım ve becerim Madam Louise’in dikkatini çekmişti. Madam Louise ile iyice tanıştıktan sonra bana oldukça açgözlü bir bakışla bakmaya başladı. Sonra bir gün, Madam Louise bana tepeden tırnağa baktı ve şöyle dedi:
[Yüzün ve vücudun çok değerli. Çocuklarımın kıyafetleriyle uğraşmana izin vermek büyük bir israf. Opium Leydisi olmaya ne dersin?]
[… Opium Leydisi mi?]
[Eğer olmak istiyorsan istediğin zaman gel ve beni gör.]
[Ama…]
[Ama ne? Karşına bir fırsat çıktığında bir şeyler yapmalısın.]
Madam Louise, ben bir şey söyleyemeden koynundan bir şey çıkardı ve elini bol elbisemin arasından geçirdi. Ben şaşkına dönerken bana sevgi dolu bir şekilde baktı, gülümsedi ve şöyle dedi:
[Bunu herkese vermeyeceğimi biliyorsun, değil mi? Sadece şunu göster, benimle herhangi bir karmaşık prosedür olmadan buluşabileceksin.]
Madam Louise göz kırparken bir çiçek gibi gülümsedi. Sonra zarif bir şekilde salona girdi.
Sanki cin çarpmış gibi durarak elimi koynuma soktum ve koyduğunu çıkardım. Elimde altın çerçeveli bir kartvizit vardı. Gerçek altın tozu serpilmiş parlak kağıt yalnızca soylular, özellikle varlıklı soylular tarafından kullanılıyordu.
Uzun süre kartvizite baktım. Saf altınla salonun ismi Opium’u ve Louise’in ismini taşıyan bir kartvizitti. Orada çalışsaydım, küçük kardeşlerimi doyurabilir, borçlarımı ödeyebilir ve çok meşgul hayatımdan kaçabilirdim.
Bir ‘Leydi’ye tam olarak ne kadar ödeme yapıldığını bilmiyordum ama eve döndüklerinde onarılan kıyafetleri teslim ederken, ‘Leydiler’ arasında duyduğum konuşmalardan kabaca tahmin edebiliyordum. Bir gecede kazandıkları para miktarı, bir günde yüzlerce elbiseyi tamir etsem ve mümkün olan tüm bulaşıkları ve çamaşırları yapsam bile asla ulaşamayacağım bir meblağdı.
Bu yüzden teklifi neredeyse kabul edecektim. Camilla birkaç gün sonra beni görmeye gelmeseydi, teklifi gerçekten kabul edebilirdim. O sırada Madam Louise’in teklifinin Camilla’dan daha iyi olup olmadığından emin değildim. Orada çalışsam bile mutlu bir son elde etmek imkansızdı. Aksine, daha korkunç bir son beni bekliyor olabilirdi.
En azından şimdi hayattayım. Hâlâ başka olasılıklar arayabilir ve kendimi para için satmaktan daha iyi bir yol bulabilirim.
Ama bu gidişle, ölümün kapısına yaklaştığımı hissediyorum. Bana verilen bu rol yüzünden. Hem kocamı hem de beni öldürecek olan rol. Geçmiş hayatımın hatıralarını ne kadar görmezden gelmeye çalışsam da, çok canlı oldukları için yapamadım. Aksine, geçmiş hayatımın hatıralarının geri gelmesine minnettardım, yoksa kesinlikle ölecektim.
‘Lady Crown’, bir marki tarafından evlat edinilen ve çok fazla sevgi ve ilgi görerek markinin değerli kızı hâline gelen öksüz bir kadın kahramanla başlıyordu. İlk çıkışından sonra, gelecekte imparator olacak olan erkek başrole aşık olmuştu ve veliahtın karısı olmuştu. Sonunda imparatoriçe olarak yükselmişti.
Ç/N: Marki, kont ile dük arasında bir soyluluk unvanıdır.
Ç/N: İlk çıkış, yetişkinliğe giren üst sınıftan kadınların sosyeteye girme balosudur.
Hikayedeki ana çatışmalar, imparatorluk ailesi ile akrabaları arasındaki örtülü düşmanlığı ve birçok pis skandala yol açan soyluların entrikalarını içeriyordu. Bunlar, bu aşırı ve gerçekçi olmayan olaylar, romanın popülaritesine yol açan ana özelliklerdi.
Ç/N: Romanın özellikleri için ‘makjang’ ifadesi kullanılmış. Makjang, Kore dramalarında daha fazla izleyici çekmek için şok edici ve aşırı olayların içerilmesidir.
Her sayfa kışkırtıcı ve merak uyandıran hikayelerle doluydu. Yorucu hayatımı eğlenceli kılan tek şey buydu. Ben de romanı defalarca okurdum. Romanın baskısı kalmamıştı, bu yüzden onu kütüphaneden ödünç almaktan başka seçeneğim yoktu. Romanın her teslim tarihi yaklaştığında, onu tekrar tekrar uzattırıyordum. Söylemeye gerek yok, romanın tüm detaylarını ezberlemiştim.
Romanda, neticede Veronica imparatoriçe tahtına çıktı ve veliaht prensin sıkı koruması altında imparatorluk sarayındaki tüm krizlerin üstesinden geldi.
Diğer bir deyişle, kahraman, diğer mutlu sonla biten tipik fantastik romantizm romanlarındaki gibi mutlu yaşadı. Ve ben de onun İmparatorluk Sarayı’nda gördüklerini, duyduklarını ve yaşadıklarını anlatan anılarındaki anekdotlardan birini süsleyen ekstra bir figürdüm.
Ç/N: Anekdot, bir edebî eserde anlatılan olayın başlı başına ayrı bir bütünlük gösteren parçasıdır.
Yani sorun buydu. ‘Lady Crown’ romanının alt başlığının ‘Veronica’nın Anıları’ olmasının bir nedeni vardı. Çünkü romanın tamamı, kahramanın kendi bakış açısından yazdığı anılardan oluşuyordu. Bu yüzden belirli olayların ayrıntılarını veya diğer karakterlerin bakış açılarını çözemezdim.
Selena’nın kocasını zehirlediği olay… Neden olduğunu bile bilmiyordum. Kesin kanıt ve tanıklık, ‘Lady Crown’da ayrıntılı olarak açıklanmamıştı. Veronica o olayın iç detaylarını bilmediğinden, sadece duyduğu söylentileri kaydetmişti. Kaydedilen söylentiler arasında şunlar vardı:
[Kocasının mülkünü devralmaya çalıştı. Bir erkek çocuk doğurmak için onunla evlendi ama hamile kalamadığı için delirdi.]
[Zehri örtmek kolaydı çünkü dükün kendisi zaten hastaydı.]
[Bu çok titiz. Bir insan bunu nasıl yapabilir?]
[Kocası ölürse, mal varlığı onun olacak…]
[Merhum Dük çok acınacak haldeydi. Karısının bu kadar kötü bir kadın olduğunu ve onunla yaşadığını bile bilmiyordu…]
Ancak söylentiler sadece söylentilerdi ve gerçek olarak kabul edilemezdi. Kayınvalidesinin gözetimi altında, kocasını nasıl zehirleyebilirdi? Apaçık ortada olup kolayca yakalanmaz mıydı? Neden ben, hayır… Neden Selena kocasını öldürsün?
Aşk evliliği değildi evet ama ne diye onu öldürmek isteyecekti? Geçmiş ve şimdiki yaşamımdan bütün hatıralarımı yoklasam da hâlâ kocamı öldürmek için bir neden bile bulamıyordum.
Ah, bir tane vardı. O da en çok dikkatimi çeken söylentiydi.
[Başka bir adamla ilişkisi olduğunu duydum.]
[Aman Tanrım! Ne kadar edepsiz…]
[Gecenin bir yarısı o yeni adamla kaçmayı mı düşünüyordu?]
[Neden kaçsın? Muhtemelen eski düşes olan kayınvalidesini de öldürür ve tüm düklüğü ele geçirir.]
Bir adam… Bütün bunları bir adam için yaptığımı söylediler. Gerçekten bu yüzden miydi?
Sonra başka bir adamla ilişkim olacak, bu yüzden kocamı öldürmeye ve ailesini devralmaya mı çalışacaktım? Benim gibi çekingen biri…?
Gerçekten anlayamadım. Önceki hayatımın anıları geri gelmeden önce, hizmetçilerin bile yüzlerine baş eğmek zorunda kalan güçsüz bir düşesdim. Kocası tarafından görmezden gelinen ve kayınvalidesi tarafından önemsiz bir kişi gibi muamele gören güçsüz bir düşes.
Belki de bu yüzden başlangıçta nazik olan birinin değişmesi daha korkutucuydu. Bir gün, savunmasız bir kadın önemli bir olaydan sonra aniden hoşnutsuz oldu ve “Kocamı hepsiyle birlikte öldüreceğim!” dedi.
Romanlarda bu yaygın bir klişeydi. Sonra her türlü kötülüğü yaptı ve kötü bir sonla sonuçlandı.
‘Ama ben yaşayan bir insanım.’
Orijinal hikayedeki ekstra karakter gibi ölemem. Çünkü gerçekten hayattayım! Ben bu dünyada doğdum ve şimdiye kadar yaşadım. Bir romanın içindeki fazladan bir karakter değilim. Şimdi, onun vücudu benim vücudum! O ölürse ben de ölürüm!
Ben zaten bir kez öldüm. Tekrar ölmek istemiyorum. Bir de bu yetmezmiş gibi, Selena’nın kaderinde olduğundan boynum iple asılmanın eşiğinde. Böyle ölmeyi kesinlikle reddediyorum.
Bekle, ölürsem asıl dünyaya geri dönecek miyim?
Bu da tam olarak iyi değil. Sabahın erken saatlerinde yarı zamanlı işimden dönerken, bana çarpıp kaçan bir araba kazasında öldüm. Asıl dünyama ve hayata dönsem bile, tıbbi masrafları karşılayabilir ve yaşam masraflarımı karşılayacak kadar kazanabilir miyim?
Hayır, ölmek istemiyorum. Her şeyden önce, ölürsem asıl dünyama döneceğimin garantisi yok. Ya ben öldükten sonra gerçekten ‘Son’ ise? Tanrı’nın bana vermiş olabileceği bu ikinci şansı boşa harcayamam.
Önceki hayatımda da pek pişmanlık duymadım. Ailem yoktu ve sadece mücadele dolu bir hayattı.
Orijinal hikayenin nasıl gelişeceğini zaten bildiğim için, onu kendi yararıma kullanarak iyi yaşayacağım. Tabii ondan önce, kaderimde olan bu ölümden kesinlikle kaçınmalıyım.