Çevirmen:Fantastica
Editör :Fantastica
**************
Elimi uzattığımda, Edwin eğildi ve sanki onun yanaklarını çekeceğimi biliyormuş gibi yanağını bana kendi verdi. Ancak, yanaklarını ne kadar çekersem çekeyim inatçılığını kıramazdım.
Yanağına değil başına doğru uzandım ve yumuşak saçlarını yavaşça karıştırdım.
Edwin’in ne hissettiğini yüzlerce kez anlayabildim. Durumumuz tersine dönmüş olsaydı ben de kendimi kaybeder ve kardeşimi öldüren adama koşardım.
Saçını okşarken nazikçe şöyle dedim.
“Ona-Caleb’e- söylemem gereken bir şey var, Eddy. Ablan gelene kadar bekle.”
“…Onu öldürebilir miyim?”
“Evet, tabii.”
“Tamam. Seni dinleyeceğim.”
“İyi iş, küçük kardeşim.”
Güzel kardeşime itaatkâr olduğu için iltifat ettiğimde Edwin’in yüzü bozulmuştu. Kalan ailesini iki kez kaybeden zavallı erkek kardeşim, nemli yüzünü omzuma yaslayarak şöyle dedi.
“Lütfen ölme,abla. Tekrar dönemeyebiliriz.”
“Daha dikkatli olacağım. Üzgünüm, Eddy.”
Benim hatamdı. Daha temkinli ve şüpheli olmalıydım. Ve çevremin daha sıkı bir şekilde farkında olmalıyım.
İmparator olduktan sonra, Caleb’in arkasını aramayı hiç düşünmedim çünkü o kendim seçtiğim iyi bir yardımcıydı.
Zehirli pasta olayı sarayı alt üst ettiğinde Caleb Edwin’in şüphelerinden saptı. Çünkü kardeşim ona değer verdiğimi biliyordu.
Edwin’in omuzları gözyaşlarını akıtırken titriyordu.
Kardeşimin sırtını okşadım ve ona çok korkunç şeyler yaptığımı fark ettim.
Haven şu anda deli gibi koşuyor olmalıydı.
Woljo’nun Haven tarafından çağrılması demek onunda ölümümü gördüğü anlamına geliyordu. Benim bile hatırlamak istemediğim o korkunç anı gördüğünde onun için ne kadar acı verici olmuş olmalıydı.
Gözyaşı döken kıymetli adamın yüzünü hatırladığımda, yüreğim burkulup ağrıyordu. Ve aynı zamanda onu özledim.
Edwin 2.000 atlı ile güneye yöneldi.
Ve Edwin, Janice’e gitmeden önce Haven dışında kimseye güvenmemesini tavsiye etti.
Üç adımıma giren herkesi öldürmek için korkunç bir istek bıraktıktan sonra Janice’in omzunu bir kez hafifçe sıktı ve döndü.
Atmosferin her zamankinden çok farklı olmasından mı emin değilim ama Janice ciddiyetle ona evet dedi.
Ve zaman geçen seferki gibi akıp gitti.
Haven’ın Fiortevan’ı ele geçirdiğine dair bir rapor geldi ve müfettiş, Cecil’in nerede olduğunu bulamadığını söyleyerek önümde diz çöktü.
Ona öncekinden farklı bir emir verdim.
“Philland’a dön ve beklemede kal. Denetim ekibinin yeni görevi, bir kaza meydana geldiğinde tüm saray görevlilerini güvenli bir şekilde tahliye etmektir.”
Müfettiş kısa bir süre baktı, beklenmedik emrime şaşırdı ve bakışımla buluştuğunda gözlerini tekrar indirdi.
“Evet, Majesteleri.”
“Başka bir şey daha, sarayın içine girip çıkan yetkisiz insanlar olup olmadığını öğrenin.”
“Evet.”
Müfettiş güvenilir bir cevapla Senges’ten ayrıldı.
Onlardan Caleb’i araştırmalarını istemek istedim, ancak müfettiş ekibine ne kadar sızdığını doğrulamanın bir yolu yoktu.
Pagos’tan sorumlu üyelerin ortadan kaybolması muhtemelen Cecil’i dışarı göndermek için yaptığı bir numaraydı.
Eğer pervasızca hareket edersek ve o p*ç kaçarsa, öfkeyle kör olan Edwin’i sakinleştirebileceğimden emin değilim.
Caleb ,Caleb, ama Seven Hills hala savaştaydı.
Diğer bir deyişle, genel komutanın uzun süre deli kalması zordur.
Edwin’i uğurladıktan sonra Haven’ı beklerken elimden geleni yaptım.
Edwin, 2.000 askeriyle birlikte Pagos’u ve isyancıları durdurabilse bile 5.000 kadar Doğu İmparatorluk Ordusu ile yüzleşmek zorunda kalabilirdi.
Küçük kardeşim 5.000 değil, 50.000 düşmana karşı zafer kazanabilecek kadar büyük bir serseri ama sevgili kardeşimin zorlu bir savaşta savaşmasına izin vermeye hiç niyetim yoktu.
Bu sefer yeterli hazırlık diye bir şeyin olmadığını öğrendim.
Önce, Senges’de benimle birlikte olan tedarik biriminin bir kısmını Philland’a gönderdim. Başlangıçta zaten bir tedarik birimi kisvesi altındaki korumalarımdılar böylece hemen savaşa gönderilebilirlerdi.
Doğu İmparatorluk Ordusu Philland’a ilerlediğinde onlara ek malzemeleri almalarını söyledim. Varlıkları Julitan ve Eric’in aceleci davranmasını engelleyecekti.
Ve tedarik birimini gönderdikten sonra, Veliaht Prens Fenco ve Beremyr’i ulaşıp onlara bir süre Philland’a gitmem gerektiğini bildirdim.
Geçen sefer, Philland çoktan düştüğü için başka bir şey düşünmeyi göze alamazdım ama Riverden’in Seven Hills’de bir isyan olduğunu bilmesinin hiçbir faydası yoktu.
Hiç şüphesiz yokluğumu kabul ettiler çünkü Riverden İmparatoru’ndan bir cevap duyana kadar savaş devam ediyordu.
Sonra Haven’a bir haberci gönderdim.
Ona Senges’te onu beklediğimi söyledim çünkü tüm gücüyle Philland’a koşma ihtimali vardı. Fiortevan’dan Philland’a kadar her yolda haberciler gönderdim ve endişeli bir kalple Haven’ı bekledim.
Edwin Philland’a gittiğinden beri dördüncü sabahtı.
Edwin gittiğinden beri her gün tetikte olan ve beni sert bir şekilde koruyan Janice, pencereden dışarı baktı ve bana bildirdi.
“Majesteleri, Dük Dehart burada.”
Koltuğumdan kalktım ve pencereye yaklaştım.
Aynı zamanda sınırı koruyan bir kale olan Senges Markizliği, yüksek bir zeminde bulunuyordu, bu yüzden her taraftan yaklaşan insanlar buradan açıkça görülebiliyordu.
Janice’in işaret ettiği uzak tarafa baktım.
Karlı beyaz ağaçların arasındaki uzun yolda bir at üzerinde gelen biri vardı. Ve ondan uzun bir süre sonra, binlerce asker onu takip ediyordu.
Sadece yüzü değil, silueti de bulanıktı ama Janice ve ben onun Haven olduğundan emindik.
O deli gibi koşarken düşüncelerinin ne olduğunu bildiğim için burnum kızardı ağrımaya başladı. Aceleyle arkamı döndüm artık bunu izleyemedim. Merdivenlerden inip hızlı yürürken Janice’in bunun tehlikeli olduğunu söylediğini bile duymadım.
Birinci kata doğru koştum ve Marki Senges’i buldum , o da kapıya giden yolu kapattı ve şöyle dedi.
“Majesteleri, yaklaşmakta olan tanımlanamayan bir ordu var. Lütfen güvenli bir yere gidin.”
“Kapıları aç, Marki. O beni görmeye geldi.”
“Onlar bizim tarafımızda mı?”
“O benim eşim.”
Bu kelimeleri söyledim ve kapıdan kaçtım.
Marki Senges’in sesi arkamda duyuldu, köprünün indirilmesi için bir emirde bulundu ve tereddüt etmeden merdivenlerden aşağı indim.
Kalenin son basamaklarından aşağı inerken gri kürklü atlı bir adam dış kapıdan içeri girdi.
Haven’dı.
Bana daha önce hiç görmediğim donuk, kederli bir yüzle baktı.
Ağzından çıkan bir nefes ile Haven koşan attan atladı ve doğruca bana doğru koştu. Sanki bütün dünya parçalanıyormuş gibi bir yüzle koştu ve aramızda bir kolun uzaklığını bıraktı.
Bir şey tarafından tutulan bir adam gibi, daha fazla hareket edemedi.
Ve siyah gözlerinde bulduğum şey sadece korkuydu.
Bana dokunursa ortadan kaybolacağımdan korktuğu için elini bile uzatamayan onun adını seslendim.
“Haven…”
Düzgün nefes alamayan Haven, ağzını zar zor açtı.
“Majesteleri.”
Zorla bastırılmış gibi görünen bir ses duydum. Daha fazla bir şey söyleyemedim ve sadece derin bir nefes aldım.
Sonra Haven’ın yanaklarından gözyaşlarının aktığını gördüm, ki bu kesinlikle ona hiç uyumadı ve bir sonraki an Haven’ın kollarındaydım.
Benim anlayamadığım, bastırılmış bir sesle bir şey söyledi ama sanırım onun boğuk sözlerinde adımı duydum.
Uzun bir süre sonra umutsuz bir dokunuşla yüzümü okşadı. Beni canlı ve iyi gördüğünde, buna sanki inanamıyordu ve yüzüme dokunmaya, öpmeye ve okşamaya devam etti.
“Bu sefer tekrar geç kalırsam öleceğim.”
Ölümünün benim ölümümü tekrar görmekten çok daha iyi olacağını , sözlerinin sonunda gözyaşlarının eşiğindeyken söyledi.
Haven’ın gözyaşları yanaklarımın üzerine düştüğünde, onun yüzünü okşadım ve ağzımın köşelerini yukarı doğru çekmeyi güçlükle başardım.
Ona gülümsemek istiyorum ama düzgün gülümseyip gülümsemediğimi bilmiyorum.
İfadem deforme oldu çünkü ben de gözyaşlarına boğulmak üzereydim, ama tüm gücümle hıçkırıklarımı tuttum.
Bundan sonra gözyaşları gelebilirdi.
Ona bir gülümseme eşliğinde söylemek istediğim bir şey vardı.
“Seni gördüğümde söylemek istediğim bir şey var.”
Haven gözlerini kırptı ve bir sonraki sözlerimi bekledi.
Kalbimdeki sözleri dile getirmeye çalıştığımda biraz utanmış, heyecanlanmış ve gergin hissettim, bu yüzden bu sefer daha doğal bir şekilde gülümseyebildim.
“Seni seviyorum Haven. Geç cevap verdiğim için üzgünüm.”(Ç/N:Ohhh,be sonunda )
Haven, gözlerini yavaşça kapattı ve inanılmaz bir şey duyan bir adam gibi bir süre sertleşti.
Gözlerinin etrafında dolan gözyaşları sonunda düştü ve kollarıyla beni tekrar kucakladı,bana gözyaşlarını silme şansı bile vermedi.
“Seninle ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.”
Nazik, titreyen bir ses kulaklarıma ulaştı.
Kasten şakacı bir şekilde cevap verdim.
“Ne yapman gerekir ki? Tabii ki beni sevmeli ve uzun süre benimle kalmalısın.”
“Sana ne kadar zamandır aşık olduğumu öğrenince şaşıracaksın.”
Haven’ın ses tonunda da bir kahkaha vardı. Eğer şaşırmaya hazırsam, Haven yeterince beklemiş olmalıydı.
Hikayesini dinlemenin zamanı gelmişti.
**************
Çev. Notu: Sonraki bölümler ilk zaman çizelgesi arkadaşlar hazır mısınız? Bu arada bölümleri geç atmamın sebebi bu bölümle birlikte güncele çok az kaldı.