Çevirmen:Fantastica
Editör :Fantastica
**************
Kuzeye gitmeye karar verdikten iki saat sonra İmparatorluk Sarayına arkamı döndüm.
Caleb ve sekreterler çok üzüldüler ancak zaten bir kez deneyimledikleri için imparatorun başkentten hızla ayrıldığı duruma uyum sağladılar.
Cecil ve muhafızlar, hızlı hareket etmek için en az sayıda insanı bulundurmak zorunda kaldıkları için kaos içinde görünüyorlardı ama karşımda oturan Edwin sürekli gülümsüyordu.
“Abla, hava harika!”
“Kafanı camdan çıkarma, Eddy. Bu tehlikeli.”
Edwin kendini pencereden çıkarıp ellerini sıktı, sonra saçlarımın rüzgarda uçtuştuğunu gördükten sonra pencereyi kapattı. Ve pikniğe giden bir çocuk gibi heyecanlı bir yüzle şöyle dedi
“Dışarı çıktığımızdan beri uzun zaman oldu. Abla, bir sürü lezzetli yemek yiyelim.”
“Oynamayacağız, Eddy.”
“Biliyorum, Dük Dehart’ı yakalayacaksın. Dükü iyice bağlayacağım ve onu sürükleyeceğim böylece Kuzey spesyallerini deneyebilirsin. Kuzey’e ilk gelişin, değil mi?”
“…Neden Haven’ı bağlayıp sürüklüyorsun?…”
“Onu hemen öldürecek misin?”
“Hayır, neden Haven’ı öldürmek zorundayım?”
“Ablamı aldattığını duydum? O zaman ölmeyi hak ediyor.”
Bilmiyordum çünkü o kadar parlak bir şekilde gülümsüyordu ki gözlerini göremiyordum, ama Eddy, bu adam, bakışları tersine dönmüştü.
Bu adam ne duydu?
“Haven aldatmadı, Eddy. Beni gerçekten aldatsa bile Dehart Dükü’ne nafaka verip nişanımızı atacağım. Onu niye öldüreceksin?”
“Lanet olsun. Benim ablam çok nazik. Böyle bir şey için Dükü affedeceksin.”
“…Ayrıca, onu ülke dışına sınır dışı edebileceğimi düşünüyorum.”
“Kulağa hoş geliyor mu ? Onu kendim götürürüm.”
Edwin, sınırı geçer geçmez ondan kurtulmaya istekli olarak şiddetle gülümsedi.
Hayır. Bu şekilde değil.
Deli bir çocukla konuşmak tuhaflaşıyordu.
Önce gerçekleri açıklığa kavuşturmaya karar verdim.
“Eddy. Haven aldatmadı.”
Bunu ciddi bir şekilde reddettiğimde Edwin yaramaz bir yüzle sırıttı.
“Bu doğru, abla . Dük seni kandırmaz.”
“Nereden biliyorsun?”
“Herkes Dükün ablam dışında başkalarına nasıl davrandığını bilir.”
Bu kadar gizemli olan nedir, hayır, cevabı bilmek istemiyorum.
Haven başkalarına karşı kibar ve adil davrandı. Haven İmparatorluk Sarayına girdiğinden beri kimseye dikkatsizce davrandığını görmedim.
Ben başımı eğerken Edwin küçük bir sesle mırıldandı.
Sanırım onun gibi dindar bir adamın insanları öldürmek istediği konusunda gevezelik edip durduğu sonucuna vardım, ama Haven hakkında söylediği şey bu değildi.(Ç/N: Haven’ın başkalarına farklı davranmasının ardındaki nedeni anladı, ancak neden istisna olduğunu değil.)
Ayrıca ne demek istediğini sormamaya karar verdim.
“Daha önce de oradaydım.”
Konuyu değiştirmeye çalıştım ve Edwin, bir şeyler mırıldanarak gözlerimin içine baktı ve sordu.
“Ne, abla?”
“Kuzeyde. Uzun bir süre önce oradaydım.”
“Ah, zamanda geri dönmeden önce.”
“Evet, Haven’la tanıştım.”
“Dük ile tanıştın mı?”
“Sadece kısa bir süre içindi.”
“Abla, bu ne zamandı?”
“Belki de 20 yaşındayken kıştaydı?”
Çok uzun zaman önceydi, çok iyi hatırlayamadım, ama ellerimi ve ayaklarımı donduran soğukluk aklıma geldi.
Edwin beni duyduğunda ellerini büktü bir şeyler düşündü sonra karnını tuttup gülmeye başladı.
“Sutton’dan olduğumu biliyordu. Her neyse, o kurnaz bir adam.”
“Kurnaz? Haven? Ne demek istiyorsun, Eddy?”
Edwin tekrar gülüp cevap vermeyi düşünmedi ve sadece güldü. Hatta uzun bir süre güldükten sonra gözlerinden yaş geldi ve her iki başparmağını yükselterek saçma sapan konuştu.
“Ablam bir kez tanıştıktan sonra unutabileceğin biri değil. Çünkü ablam çok havalı.”
“Ne diyorsun sen?”
“Endişelenme, abla. Dük asla senden başka birine bakmaz.”
Soruma cevap vermedi ve saçma sapan şeyler söylemeye devam etti. Ama kardeşimin dediği şeyin sonucunu sevdim.
Cevabını duymak istemekten vazgeçtim ve Haven’ı geçmiş anılarımda hatırladım. Alışık olmadığım bir soğukta titreyen bana çay servis etti.
Hatırlayamadığım birkaç cümleyi paylaştık ve üstümüzde bulunan her şeyi satın aldı.
Sana -Haven’a- teşekkür etmem gerektiğini düşündüm ama asla doğru düzgün söylemedim. Rüzgar gibi geri dönme vaadini bozduğu için onu cezalandıracaktım ama bu seferlik onu affedeceğim.
Ülkenin Kuzey kısmına girdiğimizde rüzgar değişti. Kış hala çok uzaktı ama kuzeye doğru yaklaşırken dahada soğuk oldu.
Seven Hills İmparatorluğu’nun en kuzey kesiminde yer alan Dehart Düklüğüne girdikten sonra Edwin eldiven ve eşarp çıkardı.
Dükalığı geçip Dehart Dükü’ne doğru ilerlerken şaşkın bir yüzle Haven koşarak geldi.
Bu soğuk havalarda koştu, saçlarını ıslatacak kadar terledi ve yüzümü arabanın penceresinden görür görmez attından atladı.
“Majesteleri!”
Neredeyse iki ay sonra sesini duyduğumda tekrar garip hissettim.
Onunla buluşmak güzeldi ama aynı zamanda üzücüydü. Grypton hakkında çalışmanın önemli olduğunu biliyorum, öyle olsa bile, Haven’ın burada hiçbir sebep olmadan olmasından nefret ettim.
Edwin’in elini tutup arabadan çıkarken Haven da elini uzattı. O eli tutup tutmayacağımı düşünürken Edwin Haven’ın elini tokatladı.
“Kont, ne yapıyorsun?”
Haven, onu deli bir adam olarak görmesine rağmen Edwin’e karşı şiddetle davranmadı ama şimdi sesi oldukça öfkeliydi.
Benim serserimin buna kızması bir problemdi.
Edwin sonunda kılıcı kınından çıkardı. Sonra kılıcın keskin kenarını Haven’ın boynuna doğrulttu.
Kılıcın bıçağı Dük’ün boynuna doğru işaret edildiğinde onunla birlikte koşan Haven’ın adamları da ellerini şaşkın yüzlerle kılıç kulplarına kaldırdılar.
Bu atmosfer çok garip.
Her zamanki gibi arkamda duran Janice öne çıktı.
Ayrıca Janice uzun kılıcını çıkardı Edwin’inkiyle çaprazladı ve Haven’ın boynuna nişan aldı. Janice bile müdahale etti ve ilginç bir şey bulan birine benzeyen bir yüz taktı.
Bu kesinlikle Haven’ın boynuna bir kılıç koymak isteyen bir ifade.
Tabii ki, Edwin’in ifadesi yaramazlık doluydu.
Hafif bir hareketle iki kılıç bıçağının boynunu kesmesi muhtemel olan Haven, ellerini sıktı ve adamlarını sakinleştirdi.
Çocukları sakinleştirmem gerektiğini düşündüm ve Edwin’e seslendim.
“Eddy, ne yapıyorsun?”
“Kalbini kıran adamla ne yapacağımı düşünüyorum.”
Hayır, küçük kardeşim.
Biraz garip hissettim, ama kalbimi acıttığını sanmıyorum.
Kafam karışmıştı ve Haven’ın yüz ifadesi dağıldı.
Bana yaklaştı, şah damarını tehdit eden iki bıçağı görmezden geldi, bir dizi üzerine diz çöktü ve başını eğdi. Neyse ki, Edwin ve Janice Haven’a zarar vermemek için geri çekildiler ve Kuzey Şövalyeleri Haven ile birlikte diz çöktü.
Haven bana elini uzatmadı ve bunun yerine eteğimin eteğini yakalayıp saygıyla öptü.
“Kalbini kırdım.”
O yüzle konuşmasının o kadar acıtmadığını nasıl söyleyebilirimki?
Alnımı buruşturup cevap verecek bir cümlr bulmakta zorlandığımda Haven’ın siyah gözleri daha da perişan oldu.
Elimi aceleyle kaldırdım çünkü ağlayacağını sandım. İnce gri saçlarını okşadım ve elimi acil bir hareketle tuttu ve dudaklarını avucumun arkasına değdirdi.
Nişanlımın hala sıcak dudakları vardı.
“Kalk,Haven.”
Haven’ın dudakları hala avucumun arkasındayken kalktı.
Başı kaldırıp siyah gözlerine baktığımda bilinçsizce gülümsedim.
Bu çok garip.
Bir süre önce ondan nefret ettim.
Şimdi, onu aldığım için sevindim.
“Seni almaya geldim. Birlikte geri dönelim.”
“Evet, Majesteleri.”
Gülümsediğimde, Haven benimle birlikte gülümsedi.
Gülümseyen yüzü hala güzeldi. Onu görmeyeli uzun zaman oldu. Şimdi ona İmparatorluk Hazinesindeki paranın yarısını verebilirmişim gibi hissettim.
Bu yüzden önceki imparatorlar yoldaşlarına ya da sevgililerine aşık oldular ve ülkenin köklerini yediler.
Kanmayıp tetikte olacağıma yemin ettim.
Gözleriyle gülümseyen Haven’dan elimi alırken Dük Kalesi’ne doğru baktım.
“Bundan önce.”
Haven’ın tükürüğünü yutturan gerginliğinin sesini duydum.
Şimdi nişanlım saraya geri döndüne göre buraya kadar geldiğimden gidip o kızın yüzünü görmeliyim.
Ayrıca Grypton’un ne düşündüğünü öğrenmem gerekiyordu ve benimle evleneceğine söz veren bir adama teklif göndermeye cesaret ediyordu.
“Tanışacağım biri var, Haven.”
“Kimi kastediyorsun ?”
“Sana evlenme teklif eden Prenses. Hala Düklükte kaldığını duydum.”
Haven alışılmadık bir şekilde kekeledi, gözlerini kapattı ve bana bakmadan önce iç çekti.
“Majesteleri öğrenmeden önce bununla ilgileneceğimi düşündüm, ama sonunda bu oldu. Teklifi reddettim Majesteleri.”
“Yine bariz bir şey söylüyorsun. Teklifi kabul etseydin böyle gelir miydim? Eğer yaparsan İmparatorluk Ordusunu ben yöneteceğim.”
“İmparatorluk Ordusunu mu kastediyorsun?”
“Yine de savaşa gitmek zorunda kalırsak, kazanmalıyız.”
Edwin söylemişti. Grypton yakın gelecekte Seven Hills’i istila edecekti.
Fırsat bulduklarında sınırı geçen kötü bir komşuya katlanmak zorunda değiliz.
Düşününce, kıta haritası çok karmaşık görünüyordu. Onu -Grypton’u- uzaklaştırmak ve tekrar temizlemek kötü bir fikir olmazdı.