“Emredersiniz!” Tissaphernes Masabates’e bakıp, ‘Bu adamın bu kadar çirkin görünmesine şaşırmamalı, eğer kraliçe Parysatis¹ en sevdiği oğlunun kafası ve ellerinin kesildiğini bilseydi bu işin peşini bırakmazdı’ diye düşünmeden edemedi.
“Tissaphernes, sence Yunanlılar teslim olacak mı?”
“Majesteleri!.. Yunan paralı askerlerin liderlerini baz çok tanırım, korkarım bu pek kolay olmaz. Lakin, majestelerinin emrine uyacak birkaç kişinin olduğuna eminim!” Dedi Tissaphernes ihtiyatla.
“Kendi aralarında kargaşa çıkarsak da fena olmaz.” Artaserhas parmaklarıyla çenesini ovdu. Yunan hoplitlerinin dünkü hızlı darbesi onda kalıcı bir korku bırakmıştı, “…Eğer teslim olmazlarsa… kovulmalılar. Bu isyan çok fazla Perslinin ölümüne sebep oldu bile! Bu kaba ve yabani Yunanlıların benim topraklarımı ve mülkümü soyup benim insanlarımı öldürmelerine izin vermeyin! Artaserhas iç çekti. Ilımlı biriydi ve başkalarıyla tartışmaktan hoşlanmazdı. Yoksa şimdiye bu kadar kaos yaratan Genç Kiros’a müsamaha göstermezdi. Genç Kiros ordusunu oluşturduğunda bile tereddüte düşüp daha doğuya gerilemek istemişti. Vekillerinin yoğun ikna çabaları ve tam destekleri olmasa dünkü savaş olmayacaktı bile.
“Majesteleri, imparatorluğun halkını kendi çocuklarınız gibi seviyorsunuz! İmparatorluğun sizin gibi merhametli bir hükümdarı olması büyük bir hikmet!” Tissaphernes’in lafları içtendi. Hatta Artaserhas’ın, vekillerinin çoğunluğunun desteğini kazanması ve bunun yüzünden Genç Kiros’un isyanında imparatorluğun merkezinde pek bir dalgalanma olmamasının en büyük nedenlerinden biri de karakteriydi.
“Majesteleri, bir fikrim var!.. Yunanlıları kuzeye doğru sürmemiz daha iyi…” dedi Tissaphernes.
Artaserhas, Tissaphernes’in kendi hüküm alanını -Küçük Asya’yı- Yunanlıların tekrar talan etmelerini istemediğini bildiği için biraz düşündü.
“Kuzeye doğru…” Gözleri ışıldadı ve aklına inatçı ve zaptedilemez dağ kabileleri, Karduçyalılar geldi.
‘O barbarlarla savaşsınlar!’ diye düşününce yüzü gülmeye başladı.
“Bu konu tamamen senin sorumluluğunda! Persepolis’te iyi haberlerini bekliyor olacağım!” Lafını bitirdikten sonra evine geri dönmeye sabırsızlandı, çünkü daha dün doğu Persepolis’te bir isyan daha çıktığı haberini almıştı. Bu yüzden başkentine olabildiğince çabuk dönmeliydi. Dahası, kraliçesi Stateira’yı da özlüyordu.
. . . . . . . . . . . . .
Sabahın erken saatlerinde Cunaxa bölgesini sis kapladı ve çoğu insan hala uyuduğu için tüm Yunan askeri kampı sessizdi.
Davos çadırdan çıkıp bu tuhaf yere merakla baktı.
Evet, artık Davos’un kendisi değildi, ruhu 21. yüzyılın Çin’indendi. Bir devlet memuru olarak şehrin yüksek teknoloji geliştirme bölgesi direktörlüğüne terfi etmeden önce on yıldan fazla acı çekti. Arkadaşları terfiini kutlamak için bir şölen düzenleyerek çok sarhoş olmasına neden oldu. Ama uyandığında kendini garip bir yerde buldu ve başka bir bedende buldu.
Yalnızca rüya gördüğünü kanıtlayabilmek için birkaç defa kendini çimdikledi ama hala çimdiklediği yerler acıyordu.
Başına gelenlere adapte olmaya çalıştığı uzun bir süreden sonra neden burada olduğunu sorgulamayı bıraktı. Devlet dairesinde işe girdiği zamanlar memuriyet sınavında birinci olmuştu. Buna rağmen yoksul bir dağ başına atanıp yıllarca orada kalmıştı. Yine de dayandı ve başarısıyla il liderlerinin gözüne girdi ve önemli bir işin başına geçmesi için geri çağırıldı.
Ancak ailesi ve evlenmeyi düşündüğü kız arkadaşı… artık aralarında uzay ve zaman var, ve bir daha asla görüşemeyecekler… derin bir nefes aldı ve hüznünden kurtulmaya çalıştı.
Kısa bir mesafe yürüyüp sakinleşti. Göz kenarlarındaki gözyaşlarını silip kendini uyardı. ‘Artık yeni bir dünyadasın, metanetli olman gerek.’
Bedeninin anılarına göre Teselya’lıydı. İki yıl önce, 17 yaşında, para kazanmak için köyden arkadaşlarıyla beraber paralı asker olarak çalışmaya başlamıştı. Bir yıl önce, Makedonya ve Teselya savaşa girdi ve Makedonya süvariler köyüne saldırarak ailesini öldürdü ve akrabalarını tutsak aldı. Artık yalnızdı. Bugünlerde paralı asker lideri Meno’nun peşinde Persli Prens Genç Kiros için savaşıyordu.
Dün gece arkadaşları onun uyuduğunu düşünüyordu ama aslında onların muhabbetini dinliyordu ve olanlar hakkında biraz daha bilgi sahibi oldu. 21. yüzyılın ümit veren bir genç adamı olarak pek de sabırsız sayılmazdı. Köy memuru olduğu yıllarda yalnız kaldığı geceleri geçirmek için internette askeri forumlarda dolaşırdı, hatta bu onun ek işi haline gelmek üzereydi. Bu sayede tarihi ve askeri konularda birçok şey öğrendiği için Peloponez savaşlarından sonraki dönemde olabileceğini anladı.
Peki Pers prensin tahta çıkmasına yardımcı olan Yunan paralı askerleri Batı tarihinin neresinde? Kariyeri tarih olmayan biri olarak aklına çok şey gelmedi, çok fazla olasılık vardı. Bu nedenle, birisi “Biz on bin Yunan askeriyiz” diyene kadar anlamadı, ama bu laf her şeyi yerine oturttu.
Eskiden gezindiği forumlar ve siteler, batının antik tarihini anlayabilmek için kitap okumalı derdi. Ve önerilen kitaplardan biri ilgisini çekmişti, Anabasis². ‘Antik batı medeniyetlerinde de mi uzun bir yürüyüş oldu?’³ Kitabın yazarı ünlü bir tarihi kişilik olduğu için kolaylıkla internette araştırma yapabildi. Ancak o zaman bunların “On binlerin yürüyüşü”⁴ adlı tarihi olayla alakalı olduğunu öğrendi.
Davos, isyancı prensin düşüncesizliği yüzünden öldüğünü panik anında ağzından kaçırdı. Fakat diğerleri az yada çok Genç Kiros’un kazanmasını istiyorlardı ki hep beraber servet kazanabilsinler, bu yüzden inanmadılar.
Birbiri ardına soru yağmaya başlayınca buraya daha yeni geldikten sonra yoldaşlarıyla tartışmak istemediği ve içten içe belki bu o tarihi olay değildir diye umduğu için sessiz kaldı.
Sonuçta herkes mutsuz ayrıldı. Gece geleceğinin belirsizliği ve etrafını saran yabancı koşullar uyumasına izin vermedi.
Ertesi günün erken saatlerinde çadırdan çıktı ve bu yeni dünyayla ilk kez karşı karşıya kaldı. İlk bakışta ufka kadar birbiri ardına uzanan çadırlar gördü.
Nemli ve taze havayı içine çekerek cesaretini topladı ve yürüdü. Arada sırada birileri çadırlarından çıkıp ona selam verirdi, o da gülümseyerek cevaplardı. Yaralandığından haberdar olanlar endişeyle ona nasıl olduğunu sorduklarında durup minnettarlığını belirtti ve kısa bir süre onlarla konuşup biraz bilgi almaya çalıştı. Bu ilgi Davos önemli biri olduğu için değil, Meno için çalışan birçok Teselyalı olduğu ve bazılarının iki yıldan fazla süredir onunla birlikte savaşarak birbirlerini tanıdıkları içindi. Yürüyüşüne devam ederken içindeki o garip hissin kaybolmaya başladığı farketti.
Yakınlardan atların kişnemesini ve koyunların melemesini duydu ve yaklaştı. Davos’un hafızasına göre tahta çitler tarafından çevrilmiş ve askeri kampın tam ortasında bulunan bu yer Meno’nun liderlik ettiği paralı asker kampıydı. Onlarca at ve eşeğin, biraz da inek ve koyunun yanında Genç Kiros tarafından Meno’ya verilen erzaklar vardı. Kampın içerisinde tüccarlar da vardı ve büyük şehirlerin yanından geçerken para kazanmak için buraya gelen insanlar.
Ama girişe yaklaştığında mızraklı bir muhafız onu durdurdu.
Muhafızın arkasında duran bir şişko öfkeyle bağırd: “Meno’nun emri olmadan kimse giremez!”
Davos başını belaya sokmak istemediği için geri döndü. Arkasından şişkonun muhafızlara fırça attığını duyabiliyordu, “Bir dahaki sefere biri geldiğine daha sert olmalısınız. Yoksa hırsızları bastıramazsınız! Dün geceden bu yana beş koyun kaybettik bile. Meno beni cezalandırmadan ben sizi cezalandırırım!”
‘Görünüşe göre askerler erzak yokluğu çekiyor!’ Dün Pers askerleri ne kadar yiyecek yağmalayabildi emin değildi, yürürken bunu düşünmeye başladı. Düşüncelerinden ayrıldığında toprağa gevşekçe sokulmuş dal ve çubuklardan yapılmış basit bir duvar yolunu kapamış olduğunu farketti. İleride daha fazla çadır görebiliyordu ama o çadırların başka bir kampa ait olduğunu anladı.
Şimdiye güneş tepeye çıkmış ve sık sis dağılmıştı bile, yeterince uzağı görebiliyordu. Davos, uçsuz bucaksız gökyüzünü seyrederek bir süre serin rüzgarın tadını çıkardı… Yanındakilerin laflarına bakılırsa karşılarındaki şehir Babil şehriydi, Fırat nehri de uzak kalmıyordu; biri antik medeniyetlerden birinin başkenti, insanda özlem ve istek uyandıran Babilin asma bahçeleri⁵, öteki ise Mezopotamya’nın ünlü ana nehri. Ama görme şansı olur mu bilmiyordu.
Ancak bir anda kamp alarma geçti. İçini tedirginlik bastı ve hızlıca geri döndü.
O sıralar askerler birbiri ardında çadırlarından çıkıp tedirgin ve huzursuz bakışlarla birbirleriyle konuşuyordu. Ve işittiği sesler aklında 3 kelimeye çevrildi: Genç Kiros öldü!
Başı dönmeye başladı: Bu gerçekten de On Binler’in Dönüşü olayı! Şimdi de sonraki birkaç günü kaçarak geçireceklerdi!
1. Parysatis – Pers kralı Artaserhas II, Genç Kiros, Ostanes ve Oksatres’in annesi.
2. Anabasis – Ksenofon’un Pers topraklarından geçerken yaşadıklarını yazdığı kitap, Türkçe’ye Ari Çokona (?) abimiz tarafından “On Binler’in Dönüşü” ismiyle çevrildi.
3. Ekim 1934-1935 tarihleri arasında Çin Komünist Partisi güçlerinin Kuomintang güçlerinden kaçmak amacıyla yaptığı bir geri çekilme harekâtı olan Uzun Yürüyüş olayından bahsediyor olabilir. Antik Çindeki bir olay ise bir fikrim yok.
4. On Bin Yunanlının Geri Çekilmesi – Genç Kiros ölünce binlerce Yunanlının yunanistana geri çekilmeye çalıştığı tarihi olay, Ari Çokona çevirisinde olaya On Binlerin Dönüşü ismini verdiği için bahsederken ben de onu kullanıyorum.
5. Asma Bahçeler – Helen kültürü tarafından listelenen Antik Dünyanın Yedi Harikasından biriydi. Çamur tuğlalardan inşa edilmiş büyük yeşil bir dağa benzeyen çok çeşitli ağaçlar, çalılar ve asmalar içeren artan bir dizi bahçe ile dikkate değer bir mühendislik başarısı olarak tanımlandılar. Antik Babil kentinde inşa edildiği söylenir.