Ne söyleyeceğini bilmiyorum ama ilk önce onun konuştuğu için mutluyum, bu yüzden hevesle bağırdım.
“Evet, kardeşim!”
O yazarken ben çenemi ellerimin arasına almış onu izliyordum.
Başlangıçta düşündüğümden daha yakın bir mesafeden, gözlerini benden ayırmadan, konuşmak için yavaşça ağzını açtı.
“Neler yapıyordun?”
Ah? Bunu neden soruyorsun? Hmm!
“Beni özledin mi, kardeşim?”
“….”
“Ben de seni özledim, kardeşim.”
Muhtemelen dediğimden dolayı yüz ifadesi birazcık değişti. Her zamankinden daha sakin gözüken yüzüne sanki başkasıyla konuşuyormuş gibi baktım.
Onu ne kadar görsem de bakışlarına alışamıyorum.
Kıvrılan kalın kirpikleri ve altlarında parıldayan altın rengi gözleri. Ayrıca sol gözünün altında derin bir ben var.
Gözleri uykulu ve baştan çıkarıcıydı.
O, yüzü ne kadar ifadesiz olursa olsun, sadece görünüşü nedeniyle çok güçlü, ihtişamlı gözüken biri.
Ancak bu temel gerçeğe rağmen, duygusuz ikinci erkek başrolü izlerken içimden derin bir iç çektim.
“Eğer gülümsersen, kat kat daha güzel olursun…”
“İç düşüncelerim” farkında olmadan ağzımdan fırladı.
“Ne?”
“Ah!”
Hemen ellerimle ağzımı kapattım ama çok geçti. Lucian, nadiren gördüğüm bir şaşkınlık ifadesiyle gözlerini iri iri açarak bana baktı.
Bu dediğimi nasıl açıklamalıyım? Davranışlarıma gözlerimi devirdim ve tekrar Lucian’a baktım.
Tek kelime etmeden birbirimize bakıyorduk ama dizlerimin üstüne koyduğum sepet yere düştü.
Sepetteki üzümler, elmalar ve portakallar yuvarlandı.
“Ah!”
Şaşırdım, aceleyle kalktım ve meyvelerden biraz toplamaya çalıştım. O sırada başka bir çocuk eli gelip elimi tuttu.
“Hareket etme.”
İnce elleri titriyordu.
Sanki onunla ilk kez temasa geçiyormuşum gibi, ona sımsıkı sarıldım ve şaşırdım.
“Hasta mısın?”
Beklenmedik güçlü tutuşuna biraz şaşırdım ama hiç canımı yakmadı.
Bu gücün nesi var?
Ve ondan gelen bu alışılmadık nezaketin sebebi de ne? Ağzımda üzüm falan mı var?
Şaşkın ifademi gizleyemeyen bana bakarken, Lucian yere düşen elmaları ve portakalları toplamaya başladı.
Şaşkınlıkla durakladıktan sonra aceleyle peşinden gittim.
“Bende toplayacağım!”
Önüme bir portakal alıp sepete koymaya gittim.
Eğildim ve aldım.
Lucian oldukça uzağa yuvarlanan bütün meyveleri topladı ve sepete koydu.
Son elmayı da alıp sepete koydum ve belimi düzelttim.
“Ah!”
“…”
Neden bilmiyorum ama kafamın arkası ve onun çenesi çarpıştı.
O kadar canımı yaktı ki tam önümde dönen bir kayan yıldız görebildiğimi sandım ama o çenesine vurduğumda Samanyolu’nu da görmüş olabilirdi.
“İyi misin? Çok acıyor mu?”
Sesimi kısarak endişeyle sordum. Yere düşmüştü ve önümde dizlerini bükerek oturdu.
Omuzları titriyordu.
Ağlamayacaksın, değil mi? Sen incitmek isteyeceğim en son kişisin.
Endişeli gözlerle sordum.
“İ-iyi misin bir bakayım.”
Yüz ifadesine bakınca kendime hakim olamayarak ona yalvardım.
“Dilini mi ısırdın?”
Tekrar sorduğumda bile ondan bir cevap alamadığım için sırtımdan soğuk terler akıyordu. Birden aklıma ona ilaç vermek geldi.
“Ben gidip ilaç alacağım. Dayan kardeşim!”
Gergin bir şekilde sözlerimi bağırarak ayağa kalktığımda büyük ama çocuksu eli beni bir kez daha tuttu.
Beni kendi seviyesine geri getirdikten sonra, başını öne eğik bir şekilde iki yana salladı.
Aynı zamanda omuzları titriyordu.
“Abi.”
Seslenmem üzerine başını zar zor kaldırdı.
Beyaz yüzü pembeye boyanmış ve gözlerinin etrafı nemliydi.
Bana baktığında tekrar omuzlarını salladı.
Hiç ses çıkarmadan parlak bir şekilde gülümsediğini görünce donup kaldım.
Sadece Webtoon’da gördüğüm göz kamaştırıcı gülümsemesi yüzünden dilim tutulmuştu.
Sadece Sue ile birlikteyken görebildiğim gülümseme.
Herhangi bir kötülük içermeyen parlak bir gülümseme. Sadece neşeyle dolu saf bir gülümseme.
Bu yüzü kendim göreceğim hiç aklıma gelmezdi. Bu iyiye işaret olabilir mi?
Sessizce gülümsemesi neden insanları rahatsız ediyor?
Ama şimdi çenesi pek de iyi değil.
Bir an dikkatimi gözlerinden çekip kızarmış çenesine baktım ve ne yaptığımın farkında olmadan başımı eğip üfledim.
Pek işe yaramayacak ama yine de canı yanıyor olmalı.
Favorim. Seninle ilgileneceğim, eğer ben ilgilenmezsem seninle kim ilgilenecek?
O anda neşeyle bakan kısılmış gözleri hızla eski haline döndü. Her zamanki ifadesine hemen dönmesine şaşırdım ve sadece gözlerimi kırpıştırdım.
Sonra ayağa kalktı.
Bir anda ayağa kalktıktan sonra sessizce bana baktı ve sepeti aldı.
“Ah, kardeşim.”
“Bunları benim için getirmedin mi?”
“Doğru ama sepet düştü. Döndüğümde sana bir tane daha getiririm.”
Sözlerim üzerine yavaşça başını salladı. Yazdığı kağıdı aldı, notlarını düzenledi ve tekrar bana baktı.
Dudaklarında fark etmediği hafif bir gülümseme vardı.
“Teşekkürler Rachel.”
“……önemli değil.”
Hayatın tadını çıkarmalıyız.
Ben sadece araya giren bir dikkat dağıtıcıyım, neden bana teşekkür ediyorsun?
Minnettarlığı birden beni utandırdı. Ellerimi elbisemin ceplerine koymadan edemedim.
Elimde tuttuğum küçük bir kutu vardı ama hemen çıkaramadım.
Bu hediye Dük tarafından satın alındı.
Bu yüzden, satın almışım gibi davranarak ona veremezdim.
Geçmişteki talihsiz olaylar dizisi olmasaydı bu kadar acı çekmesi gerekmeyecek ve dükün evindeki her şey ona ait olacaktı.
Bunun önemsiz bir hediye olduğunu biliyorum ama yine de utanıyorum.
“Bir dahaki sefere babamdan izin alacağım.”
“……Pardon?”
Çalışma odasından çıkmak üzere olan Lucian doğrudan bana baktı ve konuşmaya konuşmaya devam etti.
“Seninle geçirdiğim zamanı programıma dahil edebilmek için.”
“………”
Ona daha önce söylediğim ricamı hatırladı.
Son zamanlarda izin almaya çalışıyorum. Dük buna izin vermese de.
Lucian’ın çabalarını desteklemek istiyorum.
Onu bekleyen ve onu neşelendiren birinin olduğunu ona göstermek istedim.
“Evet, eminim Dük’ten izin alabilirsin.”
O denerse ben de deneyeceğim.
Demek istediğim, o benim favorim. O yüzden mutlu olması lazım.
Cevabımı duyduktan sonra yavaşça gözlerini kapattı. Bu cevap tek başına yüzündeki ifadeyi aydınlatmış gibiydi.
O çalışma odasından çıkana kadar yerimden kıpırdayamadım.
Kalbim patlamak üzereydi.
-Lucıan-
Çalışma odasından çıkan Lucian, sepeti elinde sımsıkı tutarak aceleyle yürüdü.
Kafam çok karışık.
Çocuğun yanında biraz kaldıktan sonra, kafam boşalmış gibiydi.
Bir çok şaşırtıcı olay oldu ama en şaşırtıcı olan lezzetti.
Odasına geri döndükten sonra Lucian sepeti yere koydu. Sepette yuvarlanan yeşil bir üzümü alıp ağzına attı.
Üzümleri ağzında yuvarlayarak tadına varmaya çalıştı ama eskisi gibi lezzetli değildi.
Bu yüzden beklediği lezzetten eser bulamamıştı.
Onun bir sırrı vardı.
Bu ne babasının ne de annesinin bilmediği bir sırdı.
“Rachel’layken neden her şeyin tadı bu kadar güzel oluyor?”
Kesin olmak gerekirse, bu Rachel’ın yemeği.
Yemek Rachel’ın eline değip, o yedirince çok lezzetliydi.
Daha önce yediği serinletici üzüm aromasıyla aynı olmayan üzümleri yerken, kafasının içinde çınlayan sesi duymazdan gelmeye çalıştı.
Daha sonra, Rachel’ın kendisinin topladığı bazı portakallara dokunduğunu hatırladı. Onlara elleriyle dokunmuştu.
Rachel, ilk izleniminden çok farklıydı. Onu görmezden gelmedi ya da ruhunu yok etmeye çalışmadı, onun yerine ondan hoşlandı.
İlk başta, görünüşüne dayanarak onu yanlış anladığı için kendinden utandı.
İlk kez bu kadar beğenildiği için onun gerçek niyetini kolayca fark edemedi.
Ama şimdi onun hakkındaki ilk izlenimi değişmişti.
“Keşke seni daha sık görebilseydim…”
Yoğun programından dolayı onu kısa bir süre görebilmiş olmasına üzülmüştü. Lucian bir an önce babasından izin almak istedi.
Babasının izin vermeyeceği belli olsa da kolay kolay pes etmeyecekti.
“Bugün mü gitmeliyim? Yarın mı? Hayır, sanırım bugün gitmeliyim.”
-Rachel-
Defterime yazdığım orijinal romanın zaman çizelgesini kontrol ederken mırıldandım.
İkinci erkeğin ortaya çıkma zamanı yaklaşıyor. Orijinal romanın çoktan başladığını söylesem yeridir.
《Into-Into-In》ücretsiz ve popüler bir webtoondu ve hikaye Dük’ün üzücü ve talihsiz geçmişiyle başladı.
Resmi erkek başrol Lucian’ın bakış açısından, onun ikinci erkek başrolle tanıştığını hatırlıyorum. Gökten yere beyaz bulutlar düştüğünü düşündüğünü söylememiş miydi?
“Favorim aynı zamanda ince ruhlu. Demek bu yüzden onu fark etti?
Burnumdan derin bir nefes alıp verdim. Kollarımı göğsümde sıkıca kavuşturup pencerenin önünde duruyordum.
Dük burada mı öğrenmem gerek.
Elbette ki burada olmalı.
Dük önemli bir şey olduğu için geri dönecek. Tek kelime etmeden pencereden dışarı baktım ama sonunda kendim de dışarı çıktım.
Amber’a bir çay masası kurmasını söyledim. Onu, Dük’ün malikanesinin girişinin güzel bir manzarası olan kırmızı gül bahçesine koydurdum.
Amber’ın yanında dururken sessizce mırıldandım.
“Kırmızı bir gül. Buraya yakışıyor”
Hadi hep birlikte kafayı yiyelim, olur mu?
Kırmızı bir pelerinle matadorun üzerine koşan bir boğa gibi, geldiğinde onu daireler çizerek koşturacağım.