Çevirmen: yumi
I Became the Younger Sister of a Regretful Obessive Male Lead- 6. Bölüm
—
”Lucian.”
Babasının seslenişiyle ona baktı.
Katlanmış pantolon paçalarının altından ortaya çıkan soluk bir çift bacak kavisi vardı. Renksiz görünen soluk baldırlar kırmızı çizgilerle soyulmuş haldeydi.
Yeni kırmızı çizgilerin parlaklığının arkasına gizlenmiş mavi çizgiler ve ondan da daha derindeki sarı çizgiler örümcek ağı gibi örülmüştü.
”Evet, baba.”
Dük, ağır dayak yemiş oğluna kayıtsızca bakarken kendi babasını anımsamıştı.
Babasının geri döndüğünü hayal etti. Zihninde ona tükürdü, hakaretler etti ve hiçbir rahatsızlık hissetmeden onun göğsüne hançeri sapladı.
Dük’ün sinirden bükülmüş ağzı daha çok büküldü.
”O iyi kalpli kıza ne yaptın lan? Niye o çocuk senin için bakınıp duruyor?”
Lucian babasının sorusuna cevap veremedi.
Diğer yandan o da meraklıydı.
Yeni kız kardeşi onu neden ziyaret ediyordu?
”Ben de bilmiyorum.”
Bu şekilde Lucian ilk defa babasına belirsiz bir cevap verdi.
Dük onun sözlerine karşı aniden tek kaşını kaldırdı.
”Bilmiyor musun? Mantıklı mı sence bu? O masum ve saf çocuğu cezbetmek için bir tür numara yapmış olmalısın.”
”…hayır.”
”Sence neden her şeyi şıp diye çözdün? Sence onu kullanmak bir şey değiştirecek mi?”
”Ben…”
Ben bunu hiçbir zaman düşünmemiştim.
Daha önce babasını hiç sorgulamamıştı.
Sessizce beklemekle yetindi.
Babasının istediği gibi günlük programının tamamını bitirirse babasının ona başka şekilde bakacağını, güvenilir bir varis olacağını düşünmüştü.
Evet, şey gibi… Rachel’a baktığı gibi işte.
Evet, çok uzun süredir babasının ona böyle bakmasını bekliyordu.
Ama…
”…Ben bunu hiç düşünmemiştim.”
Tıkanıp kalmasına şaşmamalı.
Sıklıkla yediği ekmeğini su içmeden ağzına tıkıştırmış gibi gelmişti.
”Bu doğru olamaz. Yoksa neden böyle davransın ki?”
Lucian kız kardeşini düşündü.
Her seferinde ona etrafına ışık saçan bir yüz ifadesiyle yaklaşmasını hayranlık verici buluyordu. Kaledeki herkes sanki o orada değilmişçesine yanından geçip gitmişti.
Çalışanlar bile onu yaşayan biri gibi görmüyordu. Sanki o öylece geçiyormuş, adeta görünmezmiş gibi gözüküyordu.
Ama yalnızca bu çocuk onunla açıkça yüzleşmişti.
Ne zaman onun koyu mavi gözlerinde kendi yansımasını görse içini garip bir his kaplardı.
Bu hissin ne olduğunu hala bilmiyordu ama tek bir şey belliydi.
Onun için düşündüğü ilk düşüncelerinin aksine artık çocuğa önem veriyordu. Tahmin ettiğinden bile fazlasıydı bu.
”Rachel geldiğinde onu içeri alma. O zaman kendiliğinden gelmeyi bırakacaktır.”
Dük Rachel’ın tavrının zorlayıcı olduğu kanaatindeydi.
Liam’ın tıpkısı olan çocuğu daha çok görmek istiyordu.
Sadece onu izlemekle dahi her seferinde Liam ile olan anılarına dalıyor ve geçmişteki neşesini hatırlıyordu.
Ama Rachel’ı, babasıyla aynı yüze sahip olan Lucian’la takılırken gördüğünde morali bozulmuştu.
O günün kabusu yeniden canlanmıştı ve doğru dürüst uyumamıştı.
Babası öleli çok olmuştu ama babasının onu neden hala rahatsız ettiği ile ilgili kendisini sorguluyordu.
Dük geçmişin getirdiği ani hüzün dalgasıyla daha da huzursuz olmuştu. Ondan nefret etmesi için hiçbir nedeninin olmadığını bilmesine rağmen Lucian’a bakarken yitip gittiğini düşündüğü öfkesi yerini tekrar doldurmuştu.
Lucian evvelden beri, aynı Dük’ün hatırlamayı bırakamadığı kişi gibi babasının kınama şekline hep uysal bir şekilde katlanmıştı.
Ama bu kez Lucian babasına alışılagelmişin dışında farklı bir bakışla bakıyordu. İlk kez, ebeveynlerine karşı gelmek isteyen bir çocuk gibi gözüküyordu.
Sadece bir anlığına belirmişti ama isyankar bir ifade olduğu açıktı. Gel gör ki, Dük kendi duygularıyla sarhoş olduğu için bunu fark etmemişti.
+
”Ne? Dışarı çıkmak mı?”
”Evet, babayla alışverişe ve tatlıcı dükkanına gidebilir misin?”
Dük aniden yanıma gelip dışarı çıkmayı teklif etti.
Elbette fikri sevmediğimden değil ama… ne yapmalıyım? Ona sormalı mıyım?
”Genç Dük (Lucian) ne olacak?”
Sorumu sorduğum anda, Dük’ün yüz ifadesi katılaştı.
Geçenlerde hep beraber yemek yemiştik o yüzden sorun olmayacağını düşünmüştüm ama sanırım olacaktı.
”Ray, babayla baş başa dışarı çıkmak istemiyor mu?”
”Hayır! Dük’le dışarı çıkmak isterim!”
”Huhuhu, keşke bana baba desen… ama görünen o ki hala garip hissediyorsun. Evet, yavaş yavaş bana baba demeye çalışabilirsin.”
”Evet…”
Dük’e baba demememin sebebi onu sevmemem değil.
Sadece biraz korkmuş haldeyim.
Baba dediğim hiç kimseyle işler iyi sonlanmadı.
Hayatım boyunca Dük’e baba diyemeyebilirim.
Onun özünde nasıl olduğunu bilsem de mutlak sevecenlik yayan gülümsemesine düşmekten kendimi alamadım.
Kalbimde pili tükenmiş bir şeyin tekrar şarj ediyor gibi hissediyorum.
”O zaman, ufak Ray’imiz ile dışarı çıkıp biraz oyun oynayalım.”
”Tamam.”
Lucian ile beraber olamayacağım için üzgünüm ama dışarı çıkmak için de can atıyorum.
Kendimi mental yaşımı unutmuş ve zamanla daha çok çocuğa dönüşüyormuş gibi hissettim.
Tüm gücümle Dük’ün büyük ve sıcak elini tuttum.
Dük ile gezintiye çıkmak beklediğimden çok daha eğlenceliydi.
Hepsinden önce, benim bu yerlere ilk defa gidişim olduğundan görülecek çok şey vardı ve hoşuma gitmişti çünkü bir sürü şirin eşya vardı.
Odamın ortasındaki kutuya bakarken mırıldandım.
”Cidden çok paran olmalı.”
Daha önce Kont ailemle alışverişe gitmiştik.
Paraya ihtiyaçları yoktu fakat Dük’ün mal varlığı onlarınkinden çok daha fazlaydı.
Herhangi bir şeyden sadece bir tane almamıştı, her çeşidini almıştı.
Renk, boyut ya da görünüşüne bağlı olarak…
”Demek orijinal hikayedeki Rachel, hayli lüks içinde büyüdü.”
Bu derece zenginlik, hakkında sadece okuduğumda bile idrak edilmesi zor bir şeydi.
Eğer orijinal hikayeyi hatırlamadan bu karakterin bedenine girmiş olsaydım orijinal Rachel kadar şımarık olabilirdim.
İşte Dük görebildiğim her şeyi almakta bu kadar hızlıydı.
Eğer ortasında onu durdurmasaydım kutular yığını daha da yükselebilirdi.
”Oh, doğru.”
Pijamalarımdan bir kutu çekip çıkardım.
Kutu, bir çift mektup açacağı barındırıyordu.
Ortasında muhteşem zümrüt taşlarına sahip olan, altından yapılmış, sade bir tasarıma sahip mektup açacaklarıydı.
Ancak bunları renklerini beğendiğimden aldım.
Aynı Lucian ve benim renklerimizin karışımı gibi durmuyor mu?
Birbirinin aynısı olan iki şey alırsam Dük’ün şüpheleneceğinden endişelenmiştim fakat o pek çok malzeme almanın ortasındayken diğerini de araklamıştım.
”Şey, sorun olmazdı değil mi? O kadar pahalı bile durmuyorlar.”
Onun sağlam bir fanı olduğuma eminim.
Tatmin olmuş bir ifadeyle mektup açacaklarına özen gösterdim. Yatağıma yatarak sabırsızlıkla yarın olmasını bekledim.
Pijamalarımın yumuşacık ve pahalı kumaşıyla oynarken uyuyakalmışım.
Ertesi gün Dük ile kahvaltı yaptıktan sonra mektup açacağını özenle iç cebimde saklayıp Lucian’ı görmeden önce Düşes’i ziyaret ettim.
Reddedileceğimi biliyordum ama ne içeri girecek ne de ziyaretim sırasında saygısız davranacak değildim.
”İçeri gel.”
(Ç/N: hayatımda olmaz dediğim şeylerin olma hızı resmen)
Cidden mi? Bir aydan fazladır kendini göstermemiş Düşes o.
”Madam, Genç Hanım Errando içeri giriyor.”
Düşes’in hizmetçisi beni ‘Hanımım’ diye çağırmaktansa, geçen sürede şu anki soyadımın yerine önceki soyadımı kullanmıştı.
Beni asıl soyadımla tanıttılar.
Sadece bunu duyunca dahi Düşes’in hakkımda be düşündüğünü biliyordum.
”Onu içeri al.”
”Evet, madam.”
Hizmetçinin rehberliğinde kocaman kapıdan içeri girdim.
Üstüne düşen günışığıyla güneşlenen Düşes oradaydı. Pencerenin yanındaki kanepesinde dik bir şekilde oturuyordu.
”Düşes’i selamlarım, ben Rachel de Errando.”
”Sen onun çocuğusun.”
Düşes bana dik dik bakarken aslında bana değil ben aracılığıyla başka birine bakıyordu. Gözlerini halihazırda pencereden dışarısını izliyorken pencereyi de açtı.
”Serap sözcüğünü bilir misin?”
”…Pardon?”
Çok alakasız değil mi? Düşes’in sesi o kadar azdı ki benim bile sessizce nefes alıp vermem ve dinlemem gerekiyordu.
”İmparatorluk’un bitişiğindeki ülkede bir çöl var. Susuz kalmış bir adamın orada bir vaha gördüğünü söylediklerini duydum.”
”…….”
Neden bu kadar kısık bir sesi var ki?
Düzgünce dinleyebilmek için ona yaklaşmaktan başka çarem yoktu.
”Birkaç gün boyunca susuz kalmış olan adam gördüğü vahaya önce yüzünü daldırmış. Ama kupkuru ağzına giren tek şey sert kummuş.”
”Evet…”
”Hikayeyi ilk duyduğumda, Lucian ile aynı yaştaydım… …İlk duyduğumda ne kadar ilginç ve tuhaf olduğunu düşündüm… …Senin için de öyle oldu mu?”
”Elbette ilginç!”
Serabın ne olduğunu bilmediğimi düşündüğün için mi bana açıklıyorsun? Niçin birdenbire bir seraptan bahsediyorsun?
Kaba bir şekilde kafasının arkasına istemsizce dik dik baktım.
Kendimi durduramadım.
Gerçekten hala bana bakmıyordu.
”Evet ilginç. Her şey için amatör olmak ilginç ve eğlenceli bir şey.”
”Evet.”
Başından beri ne olduğunu biliyordum ama çokça başımı salladım.
Düşes’le yakınlaşmak istiyordum. Onunla yakınlaşmak ve ona yardım etmek istiyordum.
Kalp rahatsızlığı iyileşmeliydi ki en sevdiğim karaktere yardım etsin. Orijinal aile fertlerimden biri bile olmayan Düşes’e gizliden edebileceğim yardımın da bir sınırı vardı.
Ne kadar aynı tarafta olursak o kadar iyi.
Düşüncelere dalmış olan Düşes’e öylece gözlerimi dikmiş bakıyorken ona doğru döndüğümde gözlerim onun mavi narin gözleriyle buluştu.
Güzel görünüşünün aksine gözlerindeki bakış tatsız, yüzündeki ifade de aynı anlattığı çöl gibiydi. Düşes bana bakıp nazikçe fısıldadı.
”Serap sadece çölde mi ortaya çıkar? Ne dersin?”