Çevirmen: yumi
I Became the Younger Sister of a Regretful Obessive Male Lead- 4. Bölüm
—
Hizmetçim Amber’la birlikte yeni elbisemi giydim. Konuşmamız sırasında yeni bir bilgi öğrendim.
Onun benim hakkımdaki şeyleri ve nasıl göründüğümü önceden bildiğini düşündüm. Sebebi ise bana verilen odanın göz ve saç rengimle uyuşmasıydı.
Her halükarda fazla şaşırmamıştım çünkü babamın ve Dük’ün geçmişine dayanarak böyle bir tema rengi seçmelerini anlıyordum. Onun yerine bana bu odayı vermekteki ince düşünceliliğini hissedebiliyordum.
Yine de, giyinme odamın yeni elbiselerle dolu olması biraz şok ediciydi.
Bütün giysiler tam bedenime uygun şekilde dikilmişti.
Nasıl oldu da beden ölçülerimi bildiler? Biraz ürkmüş hissettim ama sakinleşmek için başımı salladım.
Hepsinden önce, Dük’e borçluyum bunun için yeteri kadar minnettar da olmalıyım.
Orijinal hikaye nasıl sonlanırsa sonlansın, benim için gelmemiş olsaydı bu dünyanın yaratıcısı karşıma kim bilir neler çıkarabilirdi.
Hikayeyi genel hatlarıyla hatırlasam da, içinde bulunduğum dünya hakkında kendi başıma nasıl hayatta kalabileceğimi bilecek kadar yeterli bilgiye sahip değilim.
Özellikle hikayede sadece ufak bir role sahip olan karakterimin ayrıntılarından emin değilim.
Dolayısıyla, gardımı indiremem.
Eğer hikayedeki geleceğim korkunç bir şekilde yok edilmekse daha tetikte olmalıyım.
”Leydim, size yemek odasını göstereceğim.”
”Tamam.”
Arkadan topladığım saçlarımla aynı renkte bir elbise giyip saçıma pembe bir kurdele taktım.
Giydiğim kıyafetlere uyan hoş pembe ayakkabılarımla koridorda Amber’ı takip ettim.
Dük’ün mülkiyetindeki kalesi çok büyüktü, içinde büyüdüğüm Kont’un malikanesi ile karşılaştıramayacağım kadar. Sanırım yardım almadan bütün yerleri öğrenmem zor olacak.
Sadece önümde kendinden emin yürüyüşünden bile Amber’ın gayet iyi bir hizmetçi olduğunu söyleyebilirdim.
Ona yetişmekte zorlanırsam diye adımlarıma uyum sağlamak için yavaş yürüyor olmasından anlamıştım.
Gelecekte yapılacak çok işimiz var:
En sevdiğim karakterin hazin sonuna engel olmalı ve hikayenin anahtar sözcüklerini değiştirmeliydim.
Dediklerimi yapabilmek için, önce dükün tavırlarını değiştirmeliyim. O da yaralı bir adam, böyle olunca ayrıyeten bir de ben onu pervasız bir şekilde eleştirip suçu tamamıyla onun üstüne yıkmak istemedim.
Bütün bu problemlerin tek sorumlusu olan kişiyse uzun zaman önce ölmüştü.
Oh, lafı açılmışken Düşes bugünkü akşam yemeğinde olacak değil mi?
Buraya geleli çok olmadı ama Düşes’i hiç görmedim.
Depresyondan mustarip olmasıyla biliniyor.
Bunun sonucunda, oğlunun aldığı tedaviyle mi ilgilenmiyor yoksa olayla alakalı hiçbir şey yapamayacak bir durumda mı kestirmek zor.
Bu evde travması veya mental bir rahatsızlığı olmayan kimse yok.
Küçük bir iç çektiğimde Amber bana baktı.
”Kısa sürede oraya varmış olacağız Leydim.”
Zor bir zamandan geçtiğimi düşündü belki de. Şey, yemek odası ve odam arasında gerçekten uzun bir mesafe varmış.
”Sorun değil.”
Biz biraz konuşuyorken, yemek odasının antika kapısı görüş alanımıza girdi. İçeri adımlamadan derin bir nefes aldım.
”Leydi giriş yapıyor.”
Amber benim için kapıyı tıklattı ve açtı. Karanlık koridordan aydınlık yemek odasına geçmek için aceleyle ayaklarımı hareket ettirdim.
”Gelmişsin.”
Dük’ün kibar sesi duyuldu.
Gözlerim yemek odasının aydınlığına sonunda alıştıktan sonra Dük’e baktığımda şaşırmıştım.
N-Neden bu kadar yiyecek hazırladınız ki?
Dük devasa masanın başında tek başına oturuyordu. Ne olur olmaz diye uzun masanın diğer tarafını da kontrol ettim ama hiç kimse yoktu.
Ne Düşes ne de Lucian.
”Başka kimse gelmiyor mu?”
Rahat bir şekilde sordum.
Hayır, şu yiyecek miktarına bak. İki kişi için mi bu kadar yiyecek? Masanın ortasında kızarmış yavru bir domuz bile vardı.
Kalabalık masa ve dük arasında gözlerimi dolaştırmaya devam ettim.
”Kızımla zaman geçirmek istiyorum.”
Daha şimdiden benimle olan yakınlığını değiştirdin mi?
Kaç kere vaftiz babam olduğunu söylemiş olsan da bu kadar çabuk ebeveynim olman tuhaf. Değil mi?
Rachel’ın kendiyle bu kadar gurur duymasının sebebi işte bu çabuk kabullenmeydi. Okuduğum sırada çok sövmüştüm.
”Teşekkürler.”
Basitçe cevap verdim. İlgisi için müteşekkirim ama bu rahatsız edici.
Asıl görmesi gereken kişinin Lucian olduğu sevgiyi çaldığımı düşünmeyi bırakamadığımdan dolayı kendimi rahatsız hissettim.
Dük’ün yanına varabilmek için az sayılamayacak bir mesafe yürüdüm ve Amber’ın yardımıyla sandalyeye oturdum.
Yumuşak bir mindere sahip kaskatı sandalyede oturuyorken benim için hazırlanmış yeri görmemle büyülenmiştim.
Dük muhtemelen tepkimi gördüğünden gözlerini yüzüme odaklamış halde ”Beğendin mi?” diye sordu.
”…evet.”
Önümde şirin pembe porselen bir tabak duruyordu.
Çocuk değilim, mental olarak 25 yaşında bir yetişkinim ama şirin şeyler gördüğümde çok iyi hissediyorum.
Ve önceki hayatımda çocukken gideremediğim sevgi açlığını tekrar yaşıyordum.
Dük’e baktım. Dük’ün beni buraya getirmesi bir yana, düşünceli diğer hareketleri için de ona teşekkür etmek istedim.
Dük beni buraya getirmemiş olsaydı en sevdiğim karakterle tanışamazdım.
Bunun için çok minnettarım.
”Çok teşekkür ederim, Dük. Yaptığınız iyiliği nasıl geri ödeyeceğimi bilmiyorum. Ama bir sorum var.”
Dük soruma karşılık hafifçe kafasını salladı.
”Leon olacağımı söyleyerek ne demek istiyorsunuz?”
Orijinal kurguyu biliyor olsam bile onun asıl niyeti hakkında emin olmalıydım.
Soyadımı değiştirmek çok şey ifade ediyordu.
Dük çenesini eline yasladı ve yerinde dikleşti.
Bana -başka ne olabilirdi ki- ciddi ya da korkutucu bir ifadeyle cevap verdi:
”Tam anlamıyla öyle.”
”Evlat edinileceğim yani.”
”…Evlat edinme sözcüğünü sevmiyorum ama ille de söylemem gerekiyorsa, şey… Bu sadece benlik bir şey sanırım.”
Beklediğim gibi orijinal hikayenin aynısıydı, o yüzden çabucak anlayıp başımı onaylar şekilde salladım.
Yine mi evlat edinilme?
Bir süre kendi düşüncelerime daldıktan sonra Dük az önceki davranışına tezat olarak arkadaş canlısı bir sesle sordu:
”Başka soruların var mı?”
”Şey…”
Masanın ortasındaki kızartılmış yavru domuzu görünce aklıma onunla alakalı bir konu geldi.
Zihnimde ağırlık yapan konuyu sordum.
”Erkek kardeşim yemek yemiş miydi?”
Konuştuğumda kafamı kaldırdım.
Bulunduğum bedene uygun olması için tatlı davranıyordum ama Lucian benim rol yapmamdan daha önce hiç etkilememişti.
Biraz incinmiştim.
Kendi yüzüm diye övünmüyorum ama objektif konuşmak gerekirse yüzüm gayet tatlı.
Büyük gözlere, düğme gibi bir buruna ve kalın kırmızı dudaklara sahip solgun küçük yüzüm bana bile çok sevimli geliyordu.
Sakar bir şekilde tatlı davranmıştım ama Lucian’ın yüz ifadesi hiçbir değişim göstermemişti.
Ama yüksek ihtimalle Dük’te işe yarayacak.
Benim Lucian’dan bahsetmemi geç, küçük bir gülme krizine girdi ama hoşnutsuzluğa dair bir işaret de göstermedi.
”Lucian yalnız yer. Şu çocuk. Normalde işler böyle yürüyor.”
Yine şu günlük program…
Programını onun için niye bu kadar zor hale getiriyorsun ki? Çünkü büyüdüğü zaman duyacağı tek şey duygusuz bir oyuncak bebek olduğu olacak.
Başlıkta iki kere oyuncak bebek yazmıyor muydu?
Sanırım ilki Lucian, ikincisi de Sue için kullanılmış.
”Ama… Ben kardeşimle yemek istiyorum. Abim olmasını diliyorum!”
Buradaki tek kız çocuğu bendim.
Dolayısıyla ben de bir abim olsun istiyordum. Bunu söylemek bu kadar tuhaf kaçmamalı.
Nasıl oluyorsa, Dük belli belirsiz yüzünü buruşturmuştu. Dük’ün gönülsüz yüz ifadesini gördüğümde üzüntüye boğulmuştum.
”Eğer o kadar çok istiyorsan, yapmak zorundayım.”
”Abimi mi çağıracaksınız o zaman?”
”Şey, gelmesini istiyorsan neden sen çağırmıyorsun?”
Kibarca cevap veren Dük gözleriyle bir hizmetçiye gelmesi için işaret verdi.
”Çocuğu getirin.” diye soğukça emretti.
Kendine engel olamamış ve ricama kulak vermişti.
Ama kendime engel olamadan Lucian’ın da bu lezzetli yiyeceklerden yerse beğeneceğini düşündüm.
O sırada, benim düşüncesizce sempati duymamın Lucian’ı daha da tedirgin hale getireceğini hiç düşünmemiştim.
Sadece en sevdiğim karakterle yemek yeme fikri beni mutlu ediyordu.
”Teşekkür ederim, Dük.”
Kısaca ona teşekkür ettim ama Dük’ün soğuk yüzü puslu bir sabah güneşi gibi aydınlandı.
”Her zaman bana teşekkür ediyorsun. Sen de artık Leon ailesinin bir parçasısın. Rahatla.”
Artık karakterlerin hangisinden hoşlandığımı bile bilmiyorum.
Kıvrak zekalı biriyimdir. Ben hikayenin dünyasına geçmeden önce de öyleydim.
O nedenle bir insanın ruh hali değişimlerine karşı fazla duyarlı biri oldum ve hep insanların nasıl hissettiğini çözümlemeye çalıştım.
Sevgisinin babam sayesinde olduğunu bildiğim için memnundum. Eğer bilmiyor olsaydım orijinal hikayedeki Rachel’a benzemem tuhaf kaçmazdı.
Hizmetçi çabucak Lucian’ı getirdi. Lucian kafası karışmış bir halde beni fark etti ve çok kısa bir süre durakladı ama sonunda karşıma oturdu.
Dük yediğimiz yemek boyunca benim tarafıma bakarken gülümsemesini saklamadı.
Orijinal hikayede o her zaman çok duygusuzdu haliyle onun bu tarafını görmek biraz garipti.
En sevdiğim karaktere gizli bakışlar atarken iştahla tabağımdaki yemeğe yumuldum. Düşündüğümden daha fazla acıkmışım sanırım.
”Oh, acıkmış olmalısın.”
Kendime saklayabildiğim kadar saklayacağımı söyledim ama Dük durumumun çoktandır farkındaymış gibi şefi küçük bir el hareketiyle yanımıza çağırdı.
Yakınımızda bekleyen şef, yetenekli bir şekilde kızarmış yavru domuzdan et parçaları kesti.
Lucian’ın tabağıyla kendiminkini karşılaştırıyordum. Dük’e döndüm ve:
”Dük, bu domuz eti çok lezzetli. Bence siz de benimle birazını yeseniz daha iyi olurdu.”
Beni uzun süredir izleyen Dük, bir an hiç bir şey demese de sonraki sözcüklerini gelişigüzel şekilde ortaya attı.
”Artık beni Babacığım diye çağırman gerekmiyor mu?”
Şoktan ağzımdaki et neredeyse boğazımda kalacaktı. Lucian’ın önünde böyle bir şey dediğine inanamıyorum.
Lucian’ın bana baktığını hissedebiliyordum.
Lütfen acele etmeyin Dük.
”Oyuncak Evinde Yaşayan Başka Bir Oyuncak Bebek Var.” adındaki BL webtoonuna geçiş yaptığım gerçeğini bile ancak kabullenebildim.
Zaten karmakarışık olan düşüncelerim iyice Arap saçına dönmüştü.
Utancımı yutmak istesem de onun yerine ağzımdaki eti yuttum.