Gözümü açıp kapamamla, kendimi çok farklı bir yerde buldum. Gece olmasına rağmen önümdeki manzara bütün parlaklığıyla gözümü alıyordu. En az 2 katlı olan, birbirinden ayrı evlerin arasından turuncu renkte fenerler vardı. Evlerin ve camların köselerinde küçük meşaleler asılıydı. Bu kadar ışıklı bir ortamla bir festivale geldiğimi düşündüm. Etrafıma baktığımda her yerde mutlu insanlar gördüm. Arkamı döndüğümde devasa gemilerle ve büyük sütunlarla karşılaştım. Denizin sesi geliyordu ama uzağa doğru baktığımda karşımdaki maviliğin deniz mi yoksa gökyüzü mu olduğunu tam olarak anlayamıyordum. Önümde iki büyük tahta sütun vardı. Sütunun yarısı denize gömülüydü. Bastığım yer tas yolla tahta yolun ayrıldığı limanın girişiydi. Büyük iki sütunun üstüne çakılmış kocaman tahta bir tabelada zarar görmüş ve boyaları aşınmış harflerle “Doğu Limanı” yazıyordu. Tam da bu tabelanın altında limanın ana girişinde duruyordum.
“Bir dakika.”
Tahtanın üstündeki yazıyı tekrar tekrar okudum.
“Ahahaha!”
Sinirlerimin bozulmasıyla deli gibi gülmeye başlamam bir oldu. Belki de hayatımda ilk defa bu kadar karmaşık bir tepki vermiştim. Gülüyordum ama endişe içindeydim. Ağlama isteğimi zar zor bastırdım.
“Pekala. Hemen bir şeyler düşünmem lazım.”
Yolun ortasından çekilip kenara doğru ilerlerken sesli konuştuğumu fark edemiyordum.
“Şimdi geriye dönersem pişman olacağımı hissediyorum. Elimde tek parşömen var. Batı limanına gidip haber vermeliyim. Eve nasıl döneceğimi sonra düşünürüm-”
Önüme baktığımda sırayla dizilmiş gemilerin içinde oldukça dikkat çeken eski savaş toplarıyla donatılmış, yelkenlerinde büyük bir kuru kafa işareti olan bir gemi vardı. Bir korsan gemisi..
“En azından birkaç bilgi edinip dönebilirim..”
Hızlı adımlarla yürümeye başladım. İnsanların arasına karışıp gemiyi düzgünce görebileceğim saklanacak bir yer aradım. Tam geminin hizasında kocaman kapısı olan 3 katlı bir han vardı. Kalabalığın arasından sıvışıp hanın yanındaki ara sokağa girdim. Yerdeki çöplerin, üst üste yığılmış kasaların üstünden geçip duvara yaslanmış iki tahta varilin arkasına saklandım. Geminin önündeki adamları ara sıra görebiliyordum. Önemli olan görmek değil konuştuklarını duymaktı ama uğultudan ve dalga seslerinden başka bir şey duyamadım.
Korsanların kaptanı olduğunu tahmin ettiğim adam, diğerlerine yolu işaret ediyor ellerindeki kutuları nereye bırakması gerektiğini gösteriyordu. Şişman olmasaydı giyiniş tarzından, saç ve sakal şeklinden kesinlikle Jack Sparrow ‘un karşımda yine bir şeyleri çalma girişiminde bulunduğunu düşünürdüm. Bu zamana kadar yaşadığım şeyler zaten bir masalda olduğuma ikna edebilirdi beni ama korsan masalında yan karakterlerden biri olup yeni maceralara atılmak pek ilgimi çekmiyordu. Ahh tabi karşımdaki gerçek Jack Sparrow olsaydı, tayfasına katılıp büyücülerle iş birliği yaparak her türlü suçu işlemeye razı olabilirdim.
Korsanların geldiği yöne baktım.
“2, 3, 4… 5 büyük kutu.”
İkişer ikişer kutuları tutup taşıyan adamların en arkasında sıska bir adam vardı. Bir ayağında deri bir bot vardı. Diğer ayağı çıplaktı. Sendeleyerek yürürken elindeki koca kutuyu devirmemek için mücadele ediyordu. İste fırsat! Olduğum yerden kalkıp yanına koştum. Yüzüme doğru eğildi.
“Senin burada ne işin var? Galina ‘da olman gerekmi-”
Sesimi olabildiğince kalınlaştırdım.
“Bunların ne kadar önemli teslimatlar olduğunu bilmiyor musun? Bırak da birlikte taşıyalım.”
“Bir dakika bir büyücünün gelip senin işini bitirmesi gerekiyordu. Neden hala hayattasın!?”
“Tabiki de işini bitirdim. Biz büyücülerin kılık değiştirebildiğini bile bilmiyor musun?”
Cevap onu tatmin etmemiş gibiydi. Bir kaşını havaya kaldırdı.
“Neden onun kılığındasın?”
“Kimliğimi herkesin görmesindense bilinen bir muhafızın yüzünü kullanmak daha akıllıca değil mi?”
Bu sefer ikna olmuşa benziyordu. Gülümseyerek kutuyu bana doğru uzattığı sırada, bizi konuşurken gören iki kişi daha yanımıza geldi.
“Neden burada oyalanıyorsun? Acele etsene! Kaptan, biraz daha karada durursak işimizi bitireceklerini söyleyip duruyor!”
Sonra bana döndüler.
“Sen de kimsin?”
Sakin ol. Sakin ol.
“Ben bir büyücüyüm. Kutuları denetlemeye geldim.”
Yüzü sertleşti. Yanındaki adamsa beni tepeden tırnağa süzmekle meşguldü.
“Büyücü mü? İyi de yolu göstermek için bir tane göndermişlerdi zaten.”
Sakin ol..
“Son dakika bir değişiklik oldu. Teslimatların tam olup olmadığını kontrol etmem lazım.”
3 ü de aynı anda birbirine baktı. Biri diğerine alaycı bir tavırla sırıttı.
“İyii. Ben diğer büyücüye haber vermeye gidiyorum.”
“Dur. Haber vermene gerek yok.”
“Kesinlikle gerek yok!”
“Bir büyücüyse zaten kutuyu kendi açabilir.”
“Afedersin?”
“Hani kutular büyülü ya.”
Sakin olamam. Şimdi ne yapacağım!
Yüzlerine tek tek bakıp gülümsedim. Adamlar karşımda durup sırıtıyordu. Benden gelecek herhangi bir tepkiyi bekliyorlardı. Kai ‘nin dediği gibi kendime güvenmeliydim. Aklıma bir fikir geldi. Eve dönmek yerine onları oyalayabilirdim. İyuel buraya birilerini yollamışsa o zamana kadar onları bu limanda tutardım. Eğer kimse gelmeyecekse de teslimatı geciktirip kendi aralarında tartışmalara yol açardım. Büyücülerle yaptıkları anlaşma ters giderse elbette işin ucundaki cezadan kaçamazlardı. Karşı düşmandaki olumsuz tepkiler her zaman bizim yararımızaydı. Olaylar ciddileştiğinde ise parşömeni yırtıp kaçabilirdim.
“Cidden kaptanı daha fazla sinirlendirmek istemiyorsanız gemiye geri dönün. Benimle birlikte biriniz gelse yeter.”
Arkamı döndüm. Ve geldiğim yere doğru yürümeye koyuldum.
“Nereye?”
Sırıttım.
“İnsanların içindeyken bu teslimatı açarsanız size ne olur bir tahmin edin?”
Yüzlerindeki gülümseme yerini ciddiyete bıraktı. Aralarında fısıldaştılar.
“Tamam. Ben ne olur ne olmaz bu değişikliği kaptana haber veriyim.”
“Evet. Git ve haber ver hadi.”
“Biz ikimiz seninle geliyoruz.”
Onlar ağır kutuyu yerden kaldırmaya çalışırken hızla hanın dar sokağına yürüdüm. Arkama baktım. İki kişiyken bile kutuyu çok zor taşıyorlardı. Saklandığım yeri geçip hanın arka kısmına gittim. Yük dolu tekerlekli kasanın arkasına saklandım.
Bu kutularda ne var? Kesinlikle bulmalıydım. İki kişiyi de yanımda götürürsem planları hakkında daha fazla bilgi edinebilirdim.
Birkaç dakika sessizce onları bekledim. Geldiklerinde kutuyu bırakmalarına fırsat vermeden arkalarından saldırdım. İkisinin de diz boşluğuna tekme atıp tek dizlerini yere bastırmalarını sağladım. Ellerindeki yükle düşüş olasılıkları daha da artıyordu. Kutu sertçe yere düştü. Sıska olanın sırtına ayağımı bastırdım. Diğerinin saçından asılıp eğilmesini sağladım. Beli arkaya doğru düşerken kolumu boynuna doladım ve var gücümle sıktım. Nefessizlikten bayılıncaya kadar sıkmaya devam ettim. Altımdaki adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Adam tırnaklarıyla kollarımı çizdi ve dirseğiyle karnıma vurdu. Kolumu daha da sıktım ve onu iyice yere yatırdım. Gözleri yavaşça kapanırken ellerimi serbest bıraktım. Artık hareketsizdi. Yavaşça kalkıp ayağımı altımdaki adamdan çektim.
“Eğer bağırmayı kesmezsen seni bağlayıp denize atarım.”
Sesi kesildi. Titreyen eliyle ağzını kapadı. Derin bir iç çektim. Pantolonumun kemerini çözüp adamın ellerini bağladım. Sonra önümdeki kutuya yöneldim.
“Demek sadece büyücüler açabilir. Umarım açabilirim ama bir yanımda başarısız olmayı istiyor. Sanırım açamazsam gerçekten mutlu olacağım. Eve dönünce hakkımda ne kadar yanılmış olabileceklerini de kanıtlamış olurum!”
Kollarımı sıvarken gülümsememe engel olamadım. Büyük kapağı iki elimle tutup çektiğim an kutunun etrafında küçük bir ışık parladı ve kapak açıldı. Gözlerim kocaman açıldı.
“Harika! Bunu ben de beklemiyordum! Baksana bir büyücüymüşüm!”
Derin bir iç çektim. Kutunun kapağını içindekini görebilecek kadar kaldırdığımda dehşete kapıldım. Gözümü dahi kırpmadan üstümdeki şokla kaç dakika öyle kaldığımı hatırlamıyorum. Kapak ellerimin arasından kaydı ve birkaç adım geri adım attım. Yeni bir plan aklıma geldi. Bunu gördükten sonra öylece kaçamazdım. İyuel birilerini çağırıp buraya gelene kadar gemi karadan ayrılırsa kendimi asla affetmezdim. Kaçmak yok! Bu işi kendim halledeceğim.
Yüzümdeki maskeyi tutup yere attım. Hızla arkama dönüp sürünerek kaçmaya çalışan adamın sırtına sertçe bastım. Sinirimi kontrol etmeye çalışıp derin bir nefes aldım. Ayağımla vücudunu itip yüzünün bana dönmesini sağladım. Nefret dolu gözlerle ona bakarken ağzımdan çıkacak hiç bir hakaretin onlara layık olmayacağının farkındaydım.
“Sizin amacınız ne!? Hemen söyle yoksa seni burada-”
O sırada birinin arka kapıdan çıktığını hissettim. Arkamdaki handan gelen gürültü daha net duyuluyordu. Ayağımı adamdan çekmeden arkama doğru baktım. Arkamda kaslı, iri yarı bir adam elinde iki çöp poşetiyle yüzüme bakıyordu.
“Ne!?”
“Seni tanıyorum! Şu meydan dövüşünde bana yenilen küstah kızsın!”
Güzel karşılaşmalar için ne kadar harika bir zamanlama ama.
“Ribella.. Adım Ribella. Şimdi bir şövalyeyim.”
“Ahh. Evet biliyorum. Duymayan yok.”
Altımda kıvranan adama baktı. Bana doğru yavaşça yürümeye başladı.
“Senin ismin de..”
“Kane.”
“Ah evet Kane.”
Elindeki çöpleri yanımda duran tekerlekli kasaya bıraktı.
“Evet. Ve sen neden böyle bir yerde bir korsanla bir meydan dövüşü daha yapıyorsun?”
Kollarını birleştirip rahatça yanımda dikildi. Sinirli ifademi kontrol edemeden ayağımın altında gözleri yaşlarla dolu korsana bakmaya devam ettim.
“Çünkü..”
“Hım?”
Kafamı kaldırıp Kane ‘e döndüm. Dişlerimi sıkarak acı dolu bir ifadeyle gülümsedim.
“Bana yardım etmek ister misin?”
“Ne tür bir yardım?”
“Birlikte bir gemiyi yok edelim.”
“Bu harika! Ne zamandır dövüşmüyordum!”
“Gerçekten kabul edecek misin?”
“Amacının ne olduğunu bilmiyorum ama bunu öğrenmem için tek bir soru yeterli. Galina için mi?”
Kararlılıkla kafamı salladım.
“Her zaman Galina ‘nın tarafındayım. Ama bu sadece Galina için değil.”
“Bu iyi! Glazz ‘ın öğrencisinin ona laf getirecek biri olmadığına eminim!”
Dudağımı ısırdım.
“Ben bir büyücüyüm.”
“Ama Galina ‘nın tarafındasın değil mi?”
Şaşkınlıkla yüzüne baktım.
“Evet!”
“O zaman iyi! Hadi bu kadar sohbet yeter! Daha demin korsanlar arasında bir tartışma olduğunu duydum. İlk önce şu iki adamı saklamamız lazım. Ben hemen onları saklayacak bir-”
“Hayır. Saklamamız gereken yerin neresi olduğunu biliyorum.”
Arkamdaki kutuya baktı. Kaşları çatıldı. İri bedeniyle yavaşça kutunun hizasına çöktü. Elini yavaşça içine doğru uzattı.
“Eğer ona dokunursan sadece yaşadığı korkuyu arttırırsın. Bırak da güvende hissedince kendi çıksın.”
Elini geri çekerken bana doğru baktı.
“Bunu onlar mı yaptı?”
Sözcükler ağzımdan çıkmadı sadece kafamı sallayabildim.
Kutunun içinde, yüzü morluklarla dolu, kirli elbisesinde kan lekeleri olan bir erkek çocuğu vardı. O kadar korkmuştu ki ben kutuyu açar açmaz kafasını şiddetle sağa sola salladı. Belki de kutuya koyulduğundan beri kafasını hep öyle sallıyordu. Emin değildim. Ama emin olduğum tek şey bunu yapanlara cezalarını katlayarak vereceğimdi.