Neredeyse her gün rüya görmeye başlamıştım. Bazıları çocukluğumdandı. Bazen çok mutluydum bazen çok üzgün. Hatıralarımı bazen o güzel melodi eşliğinde duyuyordum. Çoktan yaşadığım şehri, etrafımdaki insanları hatırlamıştım. Rüyalarımda onlarla geçirdiğim zamanlar sanki başkalarının anılarını izliyormuş gibi hissettiriyordu.
Bu gün de bir rüya görmüştüm. Lise yıllarımda arkadaşlarımla bir kampa gitmiştik. Gece evin çatısına çıkıp yıldızları izledik. O gün hepimiz bir yıldızı kayarken gördük. Herkes bana baktı ve dilek haklarını benim kullanmamı istediler. Çünkü herkes biliyordu ne dileyeceğimi. İçlerinden polis olmayı isteyeceğimi düşünüyorlardı. En büyük hayalimi bu sanıyorlardı. Ama bundan daha çok istediğim bir şey vardı. Küçüklüğümden beri içimde yaşayıp, kimseye anlatamadığım sırlarım vardı. Omuzlarıma ağır gelen bu yük her gün bana bağırıp isyan etmemi istiyor gibiydi. Ben onu dinlemek istemedim. Eğer bağırırsam, sesimi çıkarırsam daha kötü olacağını hissettim. İçimde olan fırtınalara tek tek yenileri eklendi. Ben bunları hep susarak bastırdım. Sevdiklerim müdahale etse bile daha çok sustum. Anlatınca bir işe yaramıyordu. Sadece pişman oluyordum. Beni anladıklarını sanıyorlardı ama anlamıyorlardı. Çünkü biliyordum ben olmadan benim yaşadıklarımı anlayamazlardı. Hatta bazen küçümserlerdi ve insanlardan nefret etmeme neden olurlardı habersizce. En güvendiğim yakın arkadaşıma anlatmak istedim sırlarımı. O da Mari ‘ydi. Ama onun da katlanacak dertlerine yenilerinin eklenmesini istemedim. Üzüldüğümü bilseydi benimle üzülürdü. Ben bunu istemedim. Hep mutlu olsun istedim. Zaten çok küçükken ailesini kaybedip babaannesiyle yaşıyordu. Her şeyi kendi yapardı. Kim bilir ne kadar yalnız hissetmişti. Benim için de böyle hissetsin istemedim. Gömdüm en derine duygularımı. Öfkemin, üzüntünün, hırsın, özgüvenimin sesini kıstım. Gözlerden uzak yaşamak istedim. Dikkat çekmemek, bazen görünmez olmak istedim. Böyle yaşadım. Bu şekilde sessiz, sakin, sabırlı biri gibi gözüktüm. Benim kendimle savaşım vardı. Bunu yenecek yöntemim buydu. Bazen çok zor oluyordu. Ama bazen çok iyi geliyordu. İçimdeki hislerle yalnız kaldığımda onlara artık çıkabileceklerini söylüyordum. Bazen ifadesiz bir suratla döktüğüm tek bir gözyaşıyla bazen de kendi kendime güldüğüm bir kahkahayla dışarı çıkarlardı. Ama sonunda rahatlardım ve bu yeterdi.
Gözlerimi kapadım. Yattığım yerin soğukluğunu hissettim. Gülümsedim ve içimden bir dilek diledim. Dileğim şuydu: “Beni anlamasa da, dinleyecek tek bir kişi istiyorum hayatımda. Dinlemesi yeterli. Beni olduğum gibi kabul eden biri. Beni yargılamayan, yanında kendim olmaktan korkmadığım biri..”
Sonra gözlerimi açtığımda bana gülümseyen yüzleri gördüm.
“Dilek haklarınızı bana verdiğiniz için teşekkürler. Belki bir gün gerçek olur.”
Bir süre daha yıldızları izledik. Sanırım hayatımdaki en güzel anılardan biriydi. Artık kendimi tanıyordum. Anılarımda gördüğüm gerçek kişiliğimi biliyordum. Rüyalarımda nasıl bir insan olduğumu, neyi gizlediğimi görmüştüm. En çokta pişmanlıklarımı gizlemişim içimde. Bunu fark ettiğimde bu dünyada böyle yaşamak istediğime karar verdim. Burada yapmak istediğim her şeyi yapabilirdim. Belki de hafızamı kaybetmem bana verilen bir şanstı. Kendime bir söz verdim. Her şeyi… İstediğim her şeyi yapacaktım. Ama diğer dünyadaki gibi değil bu sefer bencil olup insanları sorunlarımla sıkmak istiyordum. Onlara en küçük bir sıkıntımı bile anlatıp öyle rahatlayacaktım. Değişecektim.
…
Sabah erken kalktım. Bu sefer kimse beni uyandırmaya gelmedi çünkü çok heyecanlıydım. Bugün taç giyme töreni vardı. Bütün halk saraya davetliydi. Hayatımda hiç böyle bir kutlamaya katılmadığım için tabi ki heyecanlıydım. En güzel elbisemi giymek için gardırobumu açtığımda sadece bir kaç tane iş elbisemin ve bir sürü pantolonlu takımımın olduğunu gördüm. Hızla dolabını kapatıp Villy ‘nin odasına koştum. Kapıyı tıklatıp aynı anda açtım. Villy saçlarını örüyordu. Sonra bana baktı ve işine devam etti.
“Elbiselerim gardırobun üst rafında.”
Gülümsedim. Eşyalarını karıştırırken gözüme koyu yeşil bir elbise çarptı. Hemen çıkarıp üstüme tuttum. Odanın köşesindeki aynaya yöneldim. Bu elbisenin kolları fırfırlıydı ve dirseğe kadar geliyordu. Bel kısmında küçük bir kemeri ve arkasında küçük bir kurdelesi vardı. Elbise uzundu ve altında işlemeler vardı. Sade ve zarif görünüyordu. Ama bu tarz elbiseler bana hiç uymuyordu. Düzelttim ve yerine koydum. Seçtiğim tüm elbiselerin benzer olduğunu anladım. Elim boş odama döndüm. Sonra gardırobumu açtım. Siyah sıfır kol gömleğimi ve kısa kollu mor ceketimi giydim. Siyah pantolonumu giydim. Belime mor olan zincirli kemerimi taktım. Saçımın tek bir yan kısmını ördüm ve at kuyruğu yaptım. Siyah çizmelerimi de giyip aynaya baktım. Sanırım şimdi oldu. Bu tarz bana daha çok uyuyor. Odamdan çıkmadan kılıcımı belime geçirdim. Sonra üst kata çıkıp yemeğimi yedim. Onlar dışarıya çıkana kadar biraz alıştırma yaptım. Nefes nefese kalıp ter döktüğüm alıştırmalar şimdi elimi bile terletmiyordu. Kılıcımı rastgele savurduğum sırada aniden bir kılıçla tokuştu. Önümde Rodel duruyordu.
“Çalışmalarına yardım edeyim mi?”
“Olabilir.”
Sonra bir kılıç sallama yarışına dönüştü. Kazanmaya değil de beni hızlandırmaya çalışıyordu. Onun ritmine alıştığımı düşünürken daha da hızlandı bu sefer hamleleri tek bir yönde değildi. Kılıcını ciddiyetle savuruyordu. Direndim ve gücüne uyum sağlayabilmek için iki elimle kılıcı tutup hareketlerini izledim. Sanki Glazz ‘la çalışıyormuş gibi hissediyordum. Kılıç seslerinin arasında tiz bir ses duydum. Villy uzaktan bize gözlerini dikmişti. Aynı anda durup ona baktık.
“Her ne yapıyorsanız bırakın. Herkes hazır. Hima otelde olacağını söyledi. Artık gitmeliyiz.”
Sonra kılıçlarımızı kınına koyduk.
“Rodel sen hiç Glazz ‘a yenildin mi?”
“Hayır çünkü onunla hiç dövüşmedim.”
“Anladım. Bu arada sen neden buraya geldin?”
“Glazz çok kalabalık olacağı için oraya atıyla gidemeyeceğini ve giderken at arabasıyla onu da almamız gerektiğini söyledi.”
“Ne? Sadece kendisinin mi geleceğini söyledi?”
“Evet. Öyle.”
Kapıda duran at arabasına baktım.
“Bununla mi gideceksiniz?”
Kafa salladı. Sonra Villy ‘i kolundan tutup arabaya yöneldim. Cam kenarına oturdum. Onu da yanıma yerleştirdim. Rodel şaşkın bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Gülümseyerek konuştum.
“Biliyorsun. Glazz artık çok yaşlı. Bizi söylemeyi unutmuş olmalı.”
Camdan biri kafama sertçe vurdu. Sinirlenerek o tarafa doğru döndüm. Glazz soğuk bir bakış attı.
“Bu yaşlı adama tam 27 defa yenildiğini unuttun demek?”
“Gerçekten saydın mı?”
Gülümsedi ve arabanın arkasından dolandı. At arabasına bindi ve derin bir iç çekti.
“Belki de daha fazladır. Hadi Rodel gidelim.”
Rodel gelip Glazz ‘ın yanına oturdu. İki koca adam bu küçük arabada yan yana oturunca çok komik gözüküyorlardı. Villy eğildi ve kulağıma fısıldadı.
“Yüz ifadenden her şey okunuyor. Yoksa yine patronun kafasına mı gülüyorsun.”
“Hayır. Bu sefer farklı.”
İkimizde kikirdedik. Sonra karşımızdaki garip bakışlara yakalandık.
“Bu kadar komik olan ne?”
“Önemli bir şey değil Glazz. Sadece Villy kafanın bu kadar parlak olması hakkında bir şampuan ya da güneş kremi kullanıyor musun diye sormuştu.”
“Rin! Ne saçmalıyorsun? Ha -hayır öyle değil patron. ”
“Hadi ama bunu herkes merak ediyor zaten.”
Gülen yüzlerimiz ve bu neşeli ortam Glazz ‘ın bir kaç kelimesiyle aniden değişti.
“Çenenizi kapatmazsanız bir daha gülemeyeceğiniz bir hale geleceksiniz.”
Glazz ‘ın en sinir olduğu konu kafası hakkında alay edilmesiydi. Bunu bana Hima söylemişti. Ama bu kadar kötü bir sonuç alacağımı düşünmüyordum. En iyisi bir daha bu konuyu açmamaktı. Sessiz bir şekilde giderken aklımdaki sorunun cevabını merak edip Rodel ‘e sordum.
“Eğer Glazz ‘la dövüşecek olsaydın sence hanginiz kazanırdı?”
“Komutan Glazz kazanırdı. Çünkü o benden daha deneyimli biri.”
“Ama sen de Kızıl Ay Şövalyelerinin komutanısın. Sen de çok güçlüsün öyle-”
Hepsi bir anda bana döndü. Villy şaşkınlıkla yüzüme bakarken sordu.
“Ne? Gerçekten mi? Se -sen o komutan misin?”
Rodel sinirle bana baktı.
“Rin! Ne yaptığını sanıyorsun? Böyle şaka mı olur?”
Glazz da bana sinirlenerek baktı. Ama çoğu sinirini hala saklıyor gibiydi.
“Haha! Hayır Villy. Sana anlatmıştım ya o benim eski bir arkadaşım. Sadece bir süre birlikte silahşorlük yaptık. Artık sadece bir kılıç ustası.”
Bana olan kötü bakışlar tarafından ezilirken sözlerini tasdikleme gereği duydum.
“Evet. Evet. Doğru ya!”
Sonra Villy kafasını kaşıdı.
“Tabi ya! Bu doğru olamaz. Krallık tarafından Kızıl Ay Şövalyeleri birliği üyelerinin kimlikleri saklanıyor. Herkes onlar hakkında çok gizli, zor görevleri yerine getirdiklerini bilir. Biri bana onların hiç uyumadığını her zaman Kral tarafından verilen uzun görevlerle meşgul olduklarını söylemişti. Hatta bir göreve gidip bir kaç yıl dönmedikleri bile oluyormuş. Onların halk arasında gezecek kadar boş vakitlerinin olmaları tuhaf olurdu.”
Kızaran yüzümü cama bakarak sakladım. Kendimi tuttum ve gülmemeye çalıştım. Kollarımın arasına kafamı gömüp sessiz çığlıklar attım. Meşgul mu? Bu adamları ne zaman görsem geziyorlar. Ya oteldeler ya sokaklardalar. Tanımadıkları bir kızı izleyecek kadar boş vakitleri olmalı. Sonra Glazz alttan ayağımın üstüne bastı. Canımın acısıyla dişlerimi sıktım ve ona döndüm. Korkutucu bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Yanında Rodel ilk gün tanıştığımızdaki yüz ifadesiyle; gözlerini bana kenetleyip öldürmek ister gibi bakıyordu. Yaptığımın büyük bir hata olduğunu anladım. Sessizce önüme dönüp bir daha bu uğursuz çenemi açmadım.
Saraya geldiğimizde çok kalabalıktı. Her yerde Galina ‘nın güvercin desenli bayrakları asılıydı. Her yaştan, her ülkeden insanlar vardı. Konuşmaları ve giyim tarzlarıyla çok dikkat çekiyorlardı. Sarayın bahçesine doğru yürüdük. Bir ağacın altına geçip beklemeye başladık. Rodel bizden ayrılıp işlerinin olduğunu söyledi. Villy yiyeceklerin olduğu tarafa doğru gitti. Glazz da onu yanına çağıran arkadaşlarına gitti. Ben ağacın altında yalnız kaldım. Bir süre sarayı inceledim. Önümden geçen insanları seyrettim. Sonra geçen sarayda gördüğümüz ince bıyıklı adam elinde koca bir kağıtla kalabalığa seslendi.
“Değerli halkımız ve sevgili konuklarımız! Bugün Majesteleri Kral Andre Marino ‘nun oğlu Majesteleri Cyrill Marino ‘nun taç giyme törenine geldiğiniz için kraliyet ailesi sizlere minnettarlıklarını sunuyorlar. Tören birazdan başlayacak ve Kraliyet ailesinin konuşmalarıyla son bulacaktır! Ziyaretin keyfini çıkarmanızı ve iyi vakit geçirmenizi diliyoruz.”
Bir kaç dakikalık bir sessizliğin ardından yükselen davul sesleriyle ürperdim. Davul seslerinin ardından yine aynı kişi kalabalığa seslendi.
“Majesteleri Marino İmparatorluk ailesi teşrif ettiler!”
Herkes alkışlamaya başladı. Sarayın uzun merdivenlerinin en yukarısında korumalar tarafında sarılmış geniş bir halkanın içinde 3 kişi duruyordu. En öndeki Kraliçe Einfy yanında oğlu Cyrill diğer yanındaki de kız kardeşi olmalıydı. Kraliçe uzun bir açılış konuşması yaptı. O kadar sıkıldım ki ağacın altına oturdum. Sonra taç giyme töreni başladığında tekrar ayağa kalkıp onları izledim. Kırmızı gösterişli bir minderin üstünde duran, kırmızı altın taç annesi tarafından oğluna giydirildi. Üstüne kırmızı, uzun bir giysi giydirildi. Sonra konuşmasını yaptı.
“Bu günden sonra Galina Krallığına kendimi adayacağım. Krallığımızın yükselmesi ve huzurunu koruması için her şeyimi vereceğim. Biliyorsunuz babam öldü. O insanlarına çok değer veren güçlü bir insandı. Bu Krallık onun sayesinde var oldu. Onun yokluğunda belki onun gibi muhteşem olamayacağım. Ama ben onun oğluyum ve onun izinden gideceğim. Siz de onun izinden gidin! Birlikte bu ülkeyi koruyalım! Bana inanın! Kral Andre her zaman bizim kralımız olarak kalacak! Onun kurduğu bu krallığı birlikte yöneteceğiz!”
Herkes alkışladı. Ben de alkışladım. Çok etkileyiciydi. O kadar insandan konuşması sırasında tek bir çıt dahi çıkmamıştı. En son Kraliçe nin kızı öne çıktı.
“Bendeniz Lena Marino. Her yıl düzenlenen Şövalye alımları bu sene de Plomeria Meydanında yapılacaktır. Kendine güvenen herkes önümüzdeki Çarşamba gününde kendini Kraliyet Ailesine göstersin. Yeteneklerinizi kanıtlayın. Kraliyet ailesinin bir temsilcisi olarak o gün benim hakemliğim önderliğinde alımlar yapılacaktır. Bana eşlik edecek olan kraliyet ordusu komutanı Barlas Rossi ‘yle beraber bu yıl seçilecek olan 30 kişiyi resmi olarak şövalyeliğe alacağız. Herkes davetlidir.”
Konuşması bittiğinde tekrar alkış sesleri yükseldi. O 30 kişiden biri olacaktım diye düşündüğüm sırada yanıma biri geldi ve bana bir mektup verdi. Daha bir şey söyleyemeden kalabalığın içinde kayboldu. Mektubu okudum. Bu kraliçeden gelen gizli bir davet mektubuydu. Mektupta beni yarın kendisini görmem için saraya çağırdığı ve önemli şeyler konuşacağı yazıyordu. Glazz ‘ın bundan haberinin olduğu da yazıyordu. Benimle ne konuşacağını merak ediyordum. Kafamdaki soruların cevaplarını da belki o gün bulabilirdim. Biraz durdum ve yiyeceklerin tarafına doğru gittim. Villy hızını kesmeden yemeye devam ediyordu. Oturup ona eşlik ettim. Karnımızı doyurduk ve ağacın orada diğerleriyle buluştuk. Sonra saraydan ayrılıp otele gittik.