Uzun yolculuktan sonra nihayet at arabası durdu. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmamıza rağmen öğlen vaktine yaklaşmıştık. İndiğimizde geniş bir alandaydık. Gözümün gördüğü yerlerde taşla kaplı yollar, uzun çimenler, renkli çiçekler her yeri sarmıştı. Hiç keşfedilmemiş, ayak basılmamış bir yer gibiydi. Sıcak esen rüzgar manzarayı daha da güzelleştiriyordu.
Hima adamla konuştuktan sonra at arabası yanımızdan uzaklaştı. Villy öne geçti.
“Rin burası çok güzel değil mi? Ne zaman gelsem beni büyülüyor. Rüyadaymış gibi hissediyorum.”
Kafamı salladım. Taşlı yoldan ayrılıp, uzun çimenlerde yürüdük. Rüzgarın esintisi yanaklarımı okşuyordu. Burnuma gelen çiçek kokuları tazeliyordu sanki beni. Bu hissi hiç unutmak istemiyordum. Etrafıma bakındım. Her yerde aynı manzara olmasına rağmen hiç sıkılmadım. Villy ve Hima hiç olmadıkları kadar mutlu gözüküyorlardı. Villy ağzına doğru uçan saçlarını tutmaya çalışırken iyi ki saçımı bağlamışım diye düşündüm. Sonra parmağıyla ileriye doğru işaret etti.
“Biraz daha yürüdüğümüz de karşımıza kayalıklar çıkacak. İşte o zaman çok daha güzel bir manzara göreceksin Rin!”
Heyecanlandım. Kalbim küt küt atıp daha ne kadar güzel bir manzarayla karşılaşabileceğimi sorguluyordu. Beliren maviliği görene kadar böyle düşünüyordum. Arkamda çiçeklerle kaplı yeşil bir alan dururken önümde gökyüzününün ve denizin mavilerinin karıştığı bir çizgi, dalgaların kucaklamak istediği büyük kayalar sanki denizin içine ve dışına serpilmiş gibiydiler. Gözümün alabildiği kadar maviyi ilk defa görüyordum. Dalgaların çıkardığı sesler, kulağa bazen çok kızgın bazen çok yumuşak geliyordu. Kendimi bulutların üzerinde gibi hissettim ama daha bir tane bile bulut göremedim kocaman gökyüzünde. Sanki benden maviye doymamı ister gibi saklanmıştı bugün bulutlar. Hayalimi gerçekleştirmiştim. En çok istediğim, hayatımda sadece bir kez bile olsa görmek istediğim o manzara şimdi karşımdaydı. Başkalarına küçük gelebilecek bu hayalim; hayatımda ilk defa gördüğüm bu manzarayla bana yeni mutluluk duygularını vermişti. Bu duygu, ilk defa çikolata yemeğe benziyordu. Tarifsiz duygular içerisindeydim. Eğer Villy kolumu tutup beni geriye doğru çekmeseydi bu büyüden çıkmayabilirdim.
“Rin dikkat etsene! Önündeki uçurumu görmüyor musun!?”
Aşağıya doğru baktığımda korkunç manzarayla tüylerim ürperdi. Bir anda çiçeklerin bitip sert kayaların kesiştiği bir noktada duruyordum. Ne kadar yüksekte durduğumuzu o zaman anladım. Önümde duran deniz ne kadar uzaktaymış. O kayalar uzaktan böyle büyük görünüyorsalar kim bilir belki yanına gittiğimde 100 insan boyu kadar olmalıydılar. Hima uçurumun kenarına çöküp ayaklarını aşağıya sarkıttı.
“İsterseniz aşağıya inelim. Ama sonradan çıkması tam bir işgence.”
Ben ayaklarımın aşağısındaki bana sırıtan sert kayalara doğru baktım. Bir de aşağı doğru inen korkunç patika yola.
“Ben istemiyorum. Çok dik. Tehlikeli gözüküyor. Kayalara tırmanarak vaktimi harcamak yerine burada durup manzaranın keyfini çıkarmayı tercih ederim.” Dedim ve Hima ‘nın yanına çöktüm. Villy de yanıma oturdu.
“Katılıyorum. Hem her zaman burada güneşin batışını izlemek istemişimdir. Bugün bunu gerçekleştirebiliriz.”
“Evet. Ama günün batmasına daha çok var. Daha yeni öğle oldu.”
Derin bir iç çektim.
“Keşke yanımıza yiyecek bir şeyler alsaydık. Karnım acıkmaya başladı.”
Hima da derin bir iç çekti.
“Benimde.”
Sonra uzun bir sessizlik oldu. Durup dalgaları dinledik bu sefer. Sessizliğin en huzurlu zamanı burada geçiyordu benim için… Bu sessizliği bozan horlama sesinin geldiği tarafa doğru baktık. Villy ‘le gözlerimiz birleştiğinde küçük bir kahkaha attık. Hima kısa bir süre içinde yeşilliklere uzanıp derin bir uykuya geçmişti. Üstelik ayakları hala bu korkunç uçurumdan sarkarken. Uzakta beliren kartallar dalgaların etrafında dolaşmaya başladılar. İkimiz bir süre onları izledik sonra söze ilk Villy başladı.
“Biliyor musun Rin eskiden hep bir kuş olmayı hayal ederdim. Sanırım o zamanlar çok saftım. Onların özgür olduklarını düşünüyordum. Kanatlarıyla istedikleri yere gidebiliyorlar. Gökyüzünde istedikleri kadar uçabiliyorlar. Ama şimdi onlardan nefret ediyorum. Çünkü bu kadar özgür oldukları halde hala avlanıyorlar, uzaklara gidemiyorlar, insanların arasında dolaşıyorlar.Onların özgürlüğü gökyüzüyle sınırlı.”
Kafam karışmıştı. Neden bir anda bana böyle şeyler söylediğini anlamadım. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından sözlerine devam etti.
“Ben bir kuş olsam hep böyle bir yerde, herkesten uzak, sakince yaşamak isterim. Neden özgür olabilecekken kendimi kısıtlıyım ki! Sence de öyle değil mi?”
“Bence onların yaptıkları yanlış değil. Her zaman böyle bir yerde yaşasalar bu kadar özgür oldukları halde ömürleri boyunca hiç yeni canlılar, yeni yaşamlar, farklı insanlar görmemiş olacaklar. Uçmak için kanatları olduğu halde daha kendi dünyalarını tanıyamadan ölecekler. Bence özgürlük kendini böyle bir yaşama alıştırmak değil. Mesela insanlar.. Bir insan herkesin arasında, küçük bir evin içinde yaşasa bile özgür olabilir. Tabi bu herkese göre değişir. Bence mutlu olmak da özgürlüktür. Ve bunun için kanatlara ihtiyacım yok.”
Bir süre düşündü. Sonra bana baktı ve kolumu okşadı.
“Sen tamamen farklı bir yoldan düşünüyorsun. Bu iyi. Düşünceni beğendim. Sanırım benimki biraz kötümserdi. Sadece kendimi kuş olsaydım özgür olurdum diye avutuyordum.”
“Hayır. Bence bir özgürlük sembolü olsaydı bu bir kuş olabilirdi ama sadece kanatlarla da özgür olmazsın. Bir insan ya da kuş her neyse. Mesela sen şuan nasıl hissediyorsun? Her şeyi yapabilecek gibi, rahat, huzurlu hissetmiyor musun?”
İleriye doğru baktı. Bir anda kocaman gülümseyip ayağa kalktı. Kollarını açtı. Gözlerini kapattı. Rüzgarda uçuşan elbisesini ve saçlarını izledim.
“Evet. Şuanda özgür gibi hissediyorum.”
Bakışlarımız birleştiğinde gülümseyerek ona baktım.
“Söylemiştim değil mi? Yanında ben ve Hima varken özgür hissediyorsan aslında bu kanatların olmadan uçabileceğin manasına da geliyor. Uzaklarda yalnız yaşamak çok sıkıcı olmaz mıydı? Bazen bir şeylerin üstesinden gelip başarının mutluluğunu tatmak daha iyi hissettirir. Hatta tüm o üzüntülere değen tek bir an yeter.”
Kısa bir kahkaha attı. Dizlerinin üstüne çökerek güldüğü sırada Hima da uyanıp bize şaşırmış bir yüzle öylece baktı.
“Ne? Sen ne kadar tuhafsın Rin!”
“Sanırım çok gülesim vardı. Üzgünüm. Bunları duymak beni rahatlattı.”
Gülümseyerek konuşmaya devam ettik. Hima ve Villy bana çocukluklarını anlattılar. Hima amcasının yanında büyümüştü. Ailesini hiç görmediği söyledi. Hayatının oyunla, eğlenerek geçtiğini, oteli nasıl büyüttüklerini anlattı. Villy ‘nin çocukluğuna çok şaşırmıştım. Tüm o söyledikleri özgür olmadığını hissettiği için miydi? Onun için özgürlük neydi? O annesini ve babasını bir kazada kaybetmişti. O zamanlar daha bebekmiş. Onu bir şövalye büyütmüş. İkisi birlikte yaşamışlar. Büyük savaşta onu büyüten kişiyi kaybetmiş. Onu ilk yetimhaneye göndermek istemişler. Ama sonra ölen şövalyeyi de tanıyan Glazz otel işi için onun uygun olabileceğini düşünmüş ve onu yanına almış. Uzun bir süredir birlikte yaşamışlar.
“Onu babam gibi görürdüm. Adı Half ‘tı. Her zaman ne istediysem alırdı bana. Bazen görevlere giderdi onun aldığı oyuncaklarla günlerce oynardım. Çok küçükken yemek yapmayı öğrendim. Benim yemeklerimi çok sevdiğini söylerdi. Aslında ne kadar tatsız olduklarını biliyordum. Ama hiç kötü olduğunu söylemedi. O çok iyi biriydi. Ben her zaman bir ailem olsun istemiştim. Uzun, mutlu bir hayat sürmek…”
Onun özgürlüğü, mutluluğu bir aileydi. Sırtını sıvazladım.
“Bir gün birlikte onları ziyarete gidelim.”
Kafasını salladı. Sonra şaşırmış olmalı ki hemen yüz ifadesi değişti. Bende yüzüne vuran turuncu ışığı fark ettim. Denize doğru baktım. Şimdi bütün maviler yerini kızıllığa bırakmıştı. Bu zamana kadar muhabbet ettiğimize inanamadım. Zaman hemen akıp gitmişti. Güneşin batışı çok uzun sürmüştü. Ya da ben öyle hissetmiştim. Çünkü unutmamak için gözlerimi hiç kırpmadan bu muhteşem manzarayı izlemeye çabalıyordum. En sevdiğim anı, en sevdiğim insanlarla izlerken yüzümü çevirip onlara baktım. Onların mutluluğunu görmek bu manzarayı görmek kadar güzeldi. Yüzlerindeki ifadeyi görmek, hepimiz aynı anda aynı duyguları paylaşması çok güzeldi. Bakışlarımı tekrar manzaraya sabitleyip, batan güneşin renklerine bıraktım kendimi.