Zorlu çalışma programıma alışmıştım. Glazz artık sadece kontrollere geliyordu. Bana insanların zayıf noktalarını, saldırı anında dikkat etmem gerekenleri anlatıyordu.
Bu gün daha hiç yanıma gelmedi. Meşgul olmalıydı. Benim kılıç derslerine yoğunlaşmam oteldeki işleri arttırmıştı. Ama bundan şikayetçi olan olmadı. 1000 kılıç savuruşunu bitirdikten sonra yere uzandım. Güneş tam yüzüme vuruyordu. Elimle sıcaklığı kapatıp nefesimin düzene girmesini bekledim. O sırada Villy seslendi.
“Rinn! Sana su getirdim!”
Koşarak yanıma geldi. Yere oturdu. Ona baktığımda gözlerinin içi parlıyordu. Sanki bir şey demek istiyor gibiydi. Yattığım yerden doğruldum. Elindeki bardağı aldım ve yavaş yavaş içtim birazını da yüzüme döktüm.
“Teşekkürler Villy. İşlerin bitti mi?”
“Evet bitti. Çok müşteri olmadığı için çok işte yok.”
Sonra bir süre durdu. Kulağıma yaklaştı. Sesi kısıkken konuştuğu için meraklanmama engel olamadım.
“Rin dinle. Plomeria meydanında yeni bir kılıç müsabakası düzenleniyormuş bugün. Sen de kaç gündür çalışıyorsun, senin içinde onları izlemek bir avantaj olmaz mı?”
“Gerçekten mi? Çok isterim. Ama neden böyle sessizce konuşuyorsun?”
“Çünkü gidersek bunu gizlice yapmamız gerekecek. Kimsenin duymaması en iyisi.”
“Neden gizlice gidiyoruz? Glazz ‘a söyleyebiliriz.”
“Hayır Rin. Ona söylememeliyiz. Güven bana.”
“Hımm. Tamam.”
Elimdeki bardakla oynarken biraz düşündüm. Glazz gerçekten çalışmaktan kaytardığımızı görünce kızabilirdi.
“Tamam. Ama bunu Hima’ ya söyleyelim. Glazz bizi sorduğunda idare eder bizi.”
“İyi fikir.”
İkimizde kıyafetlerimizi değiştirdik. Hima’ ya haber verdik ve otelden çıktık. Plomeria meydanına geldiğimizde çoktan çarpışan kılıç sesleri her yere yayılıyordu. İnsanların olduğu kalabalığa doğru gittik. Ortada duran iki insan çok kararlı ve vahşi görünüyorlardı. Hareketleri keskin ve hızlıydı. Uzun zaman geçtikten sonra böyle bir müsabaka izlemek kalbimin küt küt atmasına yetmişti. Kısa süre sonra uzun boylu, sakallı adam müsabakayı kazandı. Ortaya giren bir kişi adamın elini yukarı kaldırarak ona bir kese uzattı. Kalabalığa dönüp seslendi.
“İçinizde Bay Kane’ i yenebilecek olan varsa çıksın ve savaşsın! Eğer kazanırsa bu altın dolu kese onun olacak!”
Çok heyecanlanmıştım. Dövüşleri çok güzeldi. İkisi de elinden geleni yapmıştı. Onların ne kadar zevk aldığını ben bile izlerken fark etmiştim. Keşke ben de böyle savaşabilseydim. Birden elimi kaldırdım. Sonra herkesin bakışı bir anda bana döndü. Ben bir istem dışı havada duran elime bir de bana şaşkınlıkla bakan yüzlere baktım. Villy’ nin yüzüme ağzı açık bir ifadeyle baktığını görünce gülümsediğimi fark etmemişim. Hemen toparlanıp ifademi düzelttim. Koluma sertçe vurdu.
“Rin! Sen aptal mısın? Sana sadece izlemeye gideceğimizi söylemiştim. Ne yapıyorsun!?”
O sırada ortadaki adam bize doğru bakarak bir şeyler haykırıyordu. Villy ‘ e odaklandığım için onu duyamıyordum. Hala havada duran elimi tuttum. Bunu istemsiz olarak yaptığımı belli etmemek için ona teselli verici sözler söylemek istedim.
“Merak etme. Kendime güveniyorum. Sen de bana inan ve beni izle.”
Rezil olmak istemediğim için korkarak ortaya doğru yürüdüm. Eğer geri çekilip yapmak istemediğini söyleseydim çok utanç verici olurdu. Ayrıca bu benim kendimi denemem için bir fırsattı. Hem kazanırsam para da kazanacaktım. Derken elime verilen gerçek kılıçla afalladım. Sanırım yanlış bir seçim yaptım. İlk defa bir kılıç tutarken nasıl gerçek bir müsabakaya katılabildim ki? Ellerim titremeye başlamıştı. Bay Kane’ e keseyi uzatan adam bana döndü.
“İsminiz nedir hanımefendi?”
“Rin”
“Rin mi? Ne tuhaf bir isim! Neyse… Burada karşılaşacak Bay Kane’ nin 4. rakibi, bu gördüğünüz hanımefendi Rin! Acaba dövüşleri nasıl sonuçlanacak!”
Ne? 4. Rakibi mi? Hepsini mi yenmiş? Benim için imkansız! Buradan gitmek istiyorum! Kılıç çok ağır. Arkamdan beni bir el itekledi. Bir iki adım ilerleyip adamın karşısında durdum.
“İyi cesaretin varmış! Ama kazanan belli!”
Hiçbir şey söylemedim. Tavırları sinirlerimi bozmuştu. Ortada hala kalabalığa seslenen adamı duyuyordum. Dönüp Billy ‘ e baktım. Sanki bana ölecekmişim gibi bakıyordu. İnsanların bağırarak söylediği o iğneleyici sözleri duyuyordum. Beni aşağılamalarını. Kız olduğum için kazanamayacağımı. Evet kılıç çok ağırdı. Ama ne olmuş! Bu yüzden mi pes edicem! Kılıcı sıkıca tuttum. Olabildiğince sıktım. Birbirine bastırdığım dişlerimi serbest bıraktım. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapadım. Glazz’ ın anlattıklarını, izlediğim savunma videolarını düşündüm. Gözlerimi açtığımda bana tiksindirici gülümsemesiyle bakan adama baktım. Adam ortaya doğru geldi.
“Hazırsanız 3 dememle başlıyorsunuz!”
Ayaklarımı yere bastırdım. Pozisyonumu aldım.
“1! 2! 3!!”
İkimizde aynı anda koştuk. Savurduğu kılıç sağından gelince eğildim. Aşağıdan sert bir darbe vurmaya çalıştım ama kılıcımı durdurdu. Üstüme gelerek kılıçlarını ardınca savurdu. Mantıklı hareket etmediğini, savuruşlarının düzensiz olduğunu anladım. En sonki savuruşunu iki elimle kılıcı tutarak durdurabildim. Onu geriye doğru itmek istedim. Çok güçlüydü. Ayaklarımın kaydığını hissettim. Geriye adım atıp yine çömeldim. Ayağıyla bana sert bir tekme attı. Hemen kalkmak istiyordum. Ama başaramadım. Yavaşça bana doğru yürürken bakışlarımı ona diktim.
“Pes mi ediyorsun ufaklık?”
İnsanların bağırışları, alayları, Villy’ nin o ifadesi… Bunların hepsi beni gaza getirmişti. Sırıttım.
“Biraz daha uğraşman gerekecek ihtiyar!”
Glazz’ ın sözünü hatırladım. ‘Rakiplerinle savaşırken başkalarını dinleme. Kız olmanın kötü bir şey olduğunu düşünme. Bunu bir avantaja çevireceğiz. Çoğu adamın yapamadığı şeyleri yapabilirsin. Vücudun küçük ve hafif olduğu için atlama, takla gibi antrenmanlar da yap. Köşeye sıkıştığında her zaman işine yararlar. Karşındaki ne kadar büyük olsa da gözünde büyütme. Gücüne güven. Onun hareketlerini izle savaşın gidişatına göre karar ver. Önemsizce kılıcını savurup kendini boş yere yorma’
Kılıcımı dümdüz ona doğru tutup hızla koştum. Bu bir hileydi. Amacım ona darbe indirmek değil bana açık vermesiydi. Kılıcın ağırlığından faydalanıp yere doğru indirdim bir elimle kafasından güç alarak üstünden atladım. Arkadan ona bir çelme geçirip bir dizini yere geçirmeyi başardım. O sırada dizi hala yerdeyken diğer bacağıyla alttan bir hamle yaptı. Hemen yukarı sıçrayıp ondan kurtuldum. Bir anda kalkıp iki eliyle kılıcını tuttuğu gibi bana savurdu. İki eli havadayken benim üç katım gibi görünüyordu. Başımın hemen üstünde olan çenesine, kafamla olabildiğince sert vurdum. Hamlesini yapamadı ve sersemleyip iki adım geri gitti. Kafam müthiş acıyordu. Verdiği açığı değerlendirmek için koştum ve ona doğru kılıcı savurdum. Bir anda elindeki kılıçla karşılık verdi. Kılıcım havada paralde atarken boşta kalan elime baktım. Dejavu yaşamış gibi hissettim. Kılıç arkamda bir yere saplanırken şaşkın bir ifadeyle adama döndüm. Çenesini kaşıyıp, homurdanıyordu.
“Senin eğitmenin kim?”
Bir kaç saniye sessizliğin ardından cevap verdim.
“Glazz”
“Eski komutan Glazz mı?”
“…”
Bunun bir sır olması gerektiğini düşünüp cevap vermedim. Güldü. “İyi işti ufaklık. Biraz daha çalışırsan bir gün beni geçebilirsin.”
Somurttum. Kararlı, ciddi ifade takınıp ona doğru bir kaç adım attım.
“Amacım hiçbir zaman seni geçmek almayacak! Çünkü senden bile daha iyi bir kılıç ustası olacağım!”
Bir anda ifadesi değişti. Kahkaha attı.
“Dövüşün iyiydi. Bu sözünü gerçekleştirdiğini görmek isterim.”
Aramıza yine o müsabaka yöneticisi girdi. Yarışmanın kazananı açıkladığı sırada kılıcı eline verip oradan uzaklaştım. Hızlı adımlarla bilmediğim sokaklardan birine giriyordum ki arkamdan biri kolumu tuttu. Bunun Villy olduğunu görünce biraz sinirlendim.
“Rin iyi misin? Nasıl bunu yaparsın? Ya yaralansaydın? Glazz duyarsa çok sinirlenecek?”
Ona soğuk, sert bir bakış artıp kolumu çektim.
“Haftalardır tahta bir kılıçla un çuvallarına vurup neden geç saatlere kadar çalıştığımı sanıyorsun! Ben kılıç ustası olmak istiyorum. Bunu sadece çalışarak başaramam. Tecrübe kazanmam lazım, bazen dayak yemem lazım, bazen daha güçlü olmak için yenilmem lazım! Bana inansanız bile yeterdi. Güçsüz olduğumu biliyorum ama ilerde ne kadar güçleneceğimi herkese göstericem!”
“Rin öyle demek istemedim. Ben sadece senin için endişelendim. Sana inanıyorum. Ne kadar çalıştığını biz de görüyoruz…”
“Tamam Villy. Üzgünüm. Biraz kaba davrandım. Biliyorum. Sadece insanlar bana küçümseyici bakışlarıyla bakarken kendime neden böyle yaptıklarını sormadan edemedim. Bu benim yüzümden. İnsanların beni görünce böyle düşünemeyecekleri kadar güçlü olacağım.”
Villy bana sarıldı. Ben de ona sıkıca sarıldım. O sırada kalabalığın arkasında kapüşonlu birinin bana bakarken yüzünü çevirip hızla uzaklaştığını gördüm. Kim olabileceği hakkında bir kaç fikrim vardı.
Sonra hava kararmaya başlamadan otele döndük. Hima’ yı büyük salonun koltuklarından birinde uzanırken bulduk. Onu uyandırdık. Villy, Hima’ya olanları anlatırken ben de yanlarında oturup onları dinledim. Pencereden bos boş bakarken içeriye Glazz’ ın dalmasıyla yerimden sarsıldım.
“Rin! Çabuk dışarı gel!”
Ortalığı ürkütücü bir sessizlik kapladı. Çok sinirliydi. Bekletmemek için koşar adımlarla çıktım otelden. Ağacın orda elleri bağlı bir şekilde duruyordu.
“Sana nedenleri sormayacağım. Çünkü anlayabiliyorum. Bir anlık hevesle müsabakaya katılıp mağlup edildin öyle değil mi?”
“Evet.”
“Otelden de izinsiz ayrıldın?”
Cevap vermedim. Derin bir iç çekti.
“Bak Rin. Hemen kılıç kullanmak istediğini biliyorum ama bunu bana söylemen lazımdı. Başkalarıyla böyle yenilmeye devam edersen bu hiç iyi olmaz. Hem kendi motivasyonunu da düşürürsün.”
“Nasıl yani? Sana söyleseydim ne derdin? Kabul eder miydin? Bana gerçek bir kılıç verir miydin?”
Arkasında duran kılıcı bana uzattı.
“Al. Bundan sonra bununla çalış. Antrenmanlarını iki kat daha arttır. Artık haftada iki kez benimle karşılaşmak zorundasın.”
“Bunu neden yapıyorsun? O kadar işin varken? Bunu da sana kraliçe mi emretti?”
“Hayır.”
“Öyleyse niye?”
“Her neyse. Evde sessizce duracaksan, haftada iki gün buna katlanabilirim. Ama… Tahta kılıç kullanmak senin için daha rahatsa seni durdurmam ve resmi olarak çocuk şövalye idmanlarına katılabilirsin.”
“Tabi ki seviye atlamak isterim. Yani artık sen benim dövüş partnerim mi olacaksın?”
“Neden olmasın? Beni hayal kırıklığına uğratma.”
“Himmm. Bu cümleler yeterli gelmiyor. Sanki bir şeyleri saklıyorsun gibi.”
Kafama sertçe bir darbe aldım. Hemen ovalamaya başladım.
“Bu kadar yeter. Madem yenildin daha çok çalış. Başla! Şimdi! Eğer sen de ilerleme görürsem ilk maaşınla kendine özel bir kılıç almaya gidebiliriz.”
“Ne? Sahi mi? Benim… Kendi kılıcım mı olacak?”
“Evet! Hiç kılıçsız bir kılıç ustası gördün mü?”
Çok mutlu olmuştum. Glazz’ ın söylediği söz bana çok samimi gelmişti. Bana inanıyordu. Bana inandığını hissetmiştim.
“Hayır görmedim.”
“Rin bunu hiç unutma. Hayallerinin büyüklüğü kişinin sınırlarını belirler. Senin sınırlarını sen belirle. Başkaları değil.”
Sonra kafamı çevirip kılıç sallamaya başladım. Ailemden duymak istediğim sözlerdi bunlar. Ama bir başkası söylemişti. Ailem benim sınırlarımı belirleyen kişilerdi. Ben onların istediği hayatı yaşıyordum. İstemesem de… Aklıma o gün geldi. Polis Sınavlarına katıldığımda verdikleri tepkiler. O günden sonra o kağıdı saklayıp bir daha konusunu açmamıştım. Sınavı kazandığım halde. Bütün sevincimi, üzüntümü kalbime gömmüştüm. Gözlerim doldu. O sırada tanıdık bir baş ağrısı hissettim. Şimşek gibi hızlı ve soğuktu. Yere çömeldim. Ağrıyla kafamı tutarken anılarımın geçmesini bekledim. Bu sefer ki anılarımda küçüklüğüme ait bir kısımdı. Ailemle çok güzel vakit geçiriyordum. Sonra birden büyüyüp kendimi yine kavganın ortasında buldum. Bu sefer ben aralarında yoktum. Merdiven arasından onları dinliyordum. Yine geleceğim hakkında kendileri bir şeylere karar verip, tartışma çıkarmışlardı. Dinlemek istemiyorum! Yeter! Kulaklarımı kapattım. Gelen rüzgarın mırıltısıyla kulaklarımı tekrar açtım. Yine o melodi ve yine aynı ses. Bu sefer farklı sözler…
Başkalarının isteği
Beni mutlu etmez ki
Üzülsem de, gülsem de..
Bu duygular sahteydi.