Niel, rengi solmuş binaya uzun uzun baktı. Yeni yaşayacağı yer burasıydı. Bir saray değildi elbet ama bulacağını umduğu huzur binlerce saraydan daha fazlaydı. Usulca girdi demir kapıdan. Merdivenleri yavaş yavaş çıkıp kendi oturduğu dairenin katına geldi. Tüm bunları kalbinde oluşmuş tuhaf bir kıpırtıyla yapıyordu. İçeri girdi.
Her şey gerçek olamayacak kadar sessiz ve sakindi. Odaları bir bir dolaştı. Tekrar ve tekrar. Cole’un hatıralarındakileri istemiyordu. Hepsini kendisi tekrar yaşamak, tatmak istiyordu. Kaç kere pencerelerden aya baktığını, evi kaç kez turladığını bile bilmiyordu. Yorgun gövdesi dinlenmek için koltuğa uzanırken farkında bile olmadan uyuyakalmıştı.
Güneş yeni doğarken kendine geldi. Derin bir nefes alıp gerinmeye başladı. Şen bir çocuk gibi zıplayarak kalktı öyle göstermese de. Dolaba geldiğinde neredeyse bir avuçluk yemekle karşılaşmak onu çok üzdü. Çünkü çok aç hissediyordu. Yemek almaya gitmesi gerektiğini biliyordu. Paraya ihtiyacı vardı. Cüzdanı mutfakta masanın üstünde olduğunu biliyordu. Gidip aldı.
İçinde bildiği kadarıyla az biraz yemek almasına yetecek para vardı. Tam yine somurtacakken yarın maaş günü olduğunu hatırlayıp sevinçten zıpladı. Tabiki bu işin böyle kadar zor olacağını bilmiyordu. Yine de pişman sayılmazdı. Cole eskiden hep ucuz şeyler satan markete giderdi. Niel da öyle yapacaktı. En yakın marketten uzak olsa da daha çok yemek alabilmek şimdilik en iyi seçenekti.
Dün gece indiği merdivenleri seri bir şekilde indi bu sefer. Apartmandan çıktığında yüzüne çarpan ılık esintiden mutlu olmuşa benziyordu. Dün geldiği yola nazaran bugün tam tersi yönde yola döndü. Karşısında çok uzak sayılmayan bir mesafede görkemli yapılara uzun uzun baktı. Kendisi koskoca şehrin dışında az gelirlilerin yaşadığı yerlerde yaşıyordu. Şehir, bulunduğu yerleşim bölgesini sanki bir kıskaç gibi sarmıştı. Sadece evinin arka kısımlarından -biraz ileride- küçük bir alan yeşil ormanlarla dolu dağa çıkıyordu.
Yola koyuldu. İnsanlar yeni yeni uyanmış işlerine gidiyorlardı. Takım elbiseli adamlar, üniformalı öğrenciler ve bir çok insan her bir sokakta daha da artıyordu.
Yürürken ilerilerde bir insan kalabalığının bir dükkan önünde toplandığını gördü. Camlara bakıyorlardı. Daha doğrusu camın ardındaki şeye. Meraklanan Niel adımlarını hızlandırdı. Gittikçe daha fazla heyecan duyup o gizemli şeyi görmek istiyordu. En sonunda insanların arasına karıştığında ve farkında olmadan bazılarını dev cüssesiyle az da olsa ittiğinde karşısına bir teknoloji mağazası çıktı. Vitrinlerde boy boy televizyonlar diziliydi. Ama önemli olan bu değildi. Önemli olan televizyonlardaki görüntüydü. Dün gece geçtiği sokaktı televizyonlarda olan. Kameraman etraftaki mermi kovanını, hasarlı duvarı ve bazı yanık izlerini gösteriyordu.
Niel merakla izlerken kamera karşısında yüzü sansürlenmiş birisi belirdi. Çok tanıdık bir hava sezdi ondan. O kişi konuşurken ekranın altında altyazılar belirdi. Dün gece nasıl 2 adam tarafından kıstırıldığını, bayıldığını anlattı. Baygınken belli belirsiz bir patlama görüntüsünden bahsetti. Sıcaklığın bir rüzgar gibi gelip geçtiğini hissettiğinden bahsetti. En sonunda ise kadın kendisine yardım eden kişiden kahraman diye bahsetti. Kahramanına, eğer bunları şuan izliyorsa çok teşekkür ettiğini söyledi.
Sonra kamera karşısında bir polis belirdi. Gece güvenliğinden, yapılması gerekenlerden bahsederken Niel çoktan uzaklaşmıştı. Büyülenmiş şekilde yürüyordu. “Kahraman!”. Kendisine yakıştırılan en güzel isimdi bu. Bayılmıştı bu yeni ismine. Gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Ne yapması gerektiğini bulduğunu fark etti. Bu dünyada eksik olan bir şeyi yapacaktı. Büyü güçleri olan bildiği tek kişi olarak yapması gerekeni yapacaktı. Bir kahraman olacaktı.
*****
Uzun binaların birinin çatısında çok farklı kıyafetleri olan bir adam manzarayı seyrediyordu. Twain seslendi.
“Sence de büyü kullanıcısı bu şehirde midir Ernis?”
Katı bakışlı adam bakışları gibi sert bir ses tonuyla cevapladı.
“Öyle olmasa bile er geç onu bulmamız gerekecek.”
“Ama ya bulamazsak.” Ernis iri cüssesiyle Twain’e döndü.
“Geri dönmek için büyü kullanırsa bu dünyadan gittiği için buradaki işimiz biter. Sadece öylesine bir büyü kullanırsa o zaman…”
Ernis çatının diğer ucunda etrafı izleyen elfe baktı. Kendisini duyup duymamasını umursamadan devam etti. “Şu uzun kulak onu kısa bir süreliğine de takip edecektir. O zaman da buradaki işimiz biter.”
“Bunları zaten biliyorum!” diye sitem etti Twain. “Sadece senin fikirlerini öğrenmek istemiştim.”
“Benim fikirlerim gerçeklerdir Twain. Bir daha gereksiz sorularınla beni meşgul etme.” Ernis yine etrafı seyretmek için dönerken Twain omuz silkti.
Bir süre sonra hepsi açılan kapının acı gıcırtı sesiyle irkildi. Gelen kişi siyah takım elbiseli yaşlı bir adamdı. “Üstat!” diye seslendi Twain. Modern dünyanın kıyafetlerine bürünmüş üstadının yanına geldi. Diğerleri de ağır ağır ona yetişti. Yaşlı üstat, hınzırca gülümsedi.
“Çok güzel bir ipucu yakaladım. Televizyon dedikleri bir kutudan öğrendiğim bilgiler sonucu şu ormanlık alana yakın bir bölgede esrarengiz bir kurtarma yaşanmış.” Parmağını diplerinde duran iki gökdelen arasında zor görebildikleri ormanlar ile şehir arasındaki yerleşim yerini göstererek. “Hedefimiz bizi orada bekliyor olabilir. Gidiyoruz.”