Kapısı çaldı. “Genç efendi. Uyandınız mı?”
Gelen kişi Elena’ydı. Neil’in annesi ölünce Neil’e en iyi davranan oydu.
“Girebilirsin Elena.”
Kapı açıldı. Kahverengi uzun saçları ve kahverengi gözleri vardı Elena’nın. Zarif yüzü her zamanki gibi çok uzun süreler çalışmaktan yorgun gözüküyordu. Ama genç prensine karşı bunu her zaman tatlı tebessümlerle gizleyebilmişti. İnce kollarını önünde birleştirmiş kapının girişinde durmuştu.
“Dersiniz başlayana kadar ne yemek istediğinizi sormak için gelmiştim.”
Ailenin diğer üyeleri Neil’den rahatsızlık duydukları için onu asla birlikte yemek yemeye davet etmezlerdi. O yüzden Elena imparator ve ailesi için yemekler yapılmadan genç prensi uyandırır aşçılara onun yemek istediği şeyleri yaptırır ve odasında ona eşlik ederdi.
“Bugün özel bir isteğim yok.”
Düşünceli hali belli oluyordu Elena için. Her gün gördüğü bu ruhsuz çocuk, çatmış kaşlarını bir şeyler düşünüyordu.
“İyi misiniz efendim?”
“Evet. Sadece bugün biraz farklı hissediyorum.”
Elena daha fazla rahatsızlık vermemek amaçlı başka bir şey sormadı ve yemekleri hazırlatmak için ayrıldı.
Cole yemeğini bitirmiş tarih dersine gitmek için bekliyordu. Bugün ilk derse her zamanki gibi o girecekti. Elena, profesör gelmiş mi diye bakmak için ayrıldıktan sonra Cole’da etrafı hatıralarla değil de kendi gözleri ile görmek için kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önceki o kısa süreli anda sağında kalan boy aynasına bakmıştı.
Aynada 12 yaşında bir çocuk vardı. Siyah düz karışık saçları alnına düşüyor ince kaşları ile birleşiyordu. Boyu yaşına oranla uzundu. Zayıf bir çocuktu. Gözleri simsiyahtı. Önceki vücudundan farklıydı bu beden. Yüz kilo kadar daha zayıf ve 20 santimetre kadar daha kısa. Kendini ilk kez bu kadar tuhaf hissetti.
Dışarı çıktı. Sarayın serin havası eşlinde beyaz koridorlardan ilerlemeye başladı. Yerde sarı işlemeli kırmızı halılar vardı. Duvarlarda büyük pencereler tüm ışığı içeri alıyordu. Ara ara sütunlar güzellik katıyordu saraya. Sıra sıra odalar yan yana dizilmişti ve koridor boyunca bitmek bilmiyordu. Koridorun sonundaki büyük kahverengi kapıların arasındaki aralıktan süzülerek çıktı ve kendini sarayın merdivenlerinde buldu. Merdivenlerden ağır ağır inmeye başladı. Bu süreçte onu gören hizmetçiler ya kibarca selam veriyor ya da acıyarak bakıp yanından geçiyordu.
Cole, pencereden bahçeyi seyretti. Çok uzak bir yerde bir çardakta tüm kraliyet ailesi bulunuyordu. Sessizce yemek yiyor ve konuşuyorlardı.
“Genç efendi.”
Cole soluna baktı. Karşısında kahverengi sarı karışımı saçları olan bir adam vardı. Saçları uzun boynuna kadar geliyordu ve tam kafasının üstünden 2 tarafa ayrılmıştı. Bıyıkları da gürdü. Gözlükleri arasında mavi gözleri genç prensi süzüyordu. Bu tarih profesörüydü. Yanında da Elena vardı.
“Bugünkü ders için hazır mısınız acaba?”
Cole kafa salladı. Birlikte kitaplarla dolu çalışma odalarından birine gittiler. Genelde tüm derslerini sarayın bu en uç bölgesindeki odalarda görüyordu. Odası da bu kısımlardaydı. Her şeyiyle en uzakta.
“Bugün sınav gününüz genç efendi.” dedi profesör. Cole, Niel’in hatıralarından bildiği kadarıyla eskiden pekiyi sonuçlar almıyordu. Ama şimdi tüm bu anlar beyninde sabit olduğu için kolaylıkla iyi bir sonuç alacağına inanıyordu.
“Başlayabiliriz!”
Tüm soruları doğru cevaplamıştı. Aile soy ağacını, tüm imparatorları ve hüküm yıllarında olan önemli olayları, ülkenin genel bölgelerini ve isimlerini. Kendisine bu sene öğretilen her şeyi.
“Düşündüğümden erken bitti dersimiz, genç efendi. Çok iyiydiniz. Beni çok şaşırttınız ve tüm soruları doğru cevapladınız. Bugün erken gitmekte serbestsiniz.”
“Bazı şeyler sorabilir miyim?”
“Tabi ki.”
“İmparatorluklar devri ne zaman başladı acaba?”
“Güzel soru genç efendi. Eğer vaktiniz varsa uzun bir cevabı var.”
“Boş vaktim bol.” dedi Cole kendinden emin bakışlarıyla. Profesör eşyalarını toplayıp çantasına özenle koydu. Yavaşça koltuğuna oturup önce tüm bilgilerini bir sıraya dizdi ve konuşmaya başladı.
“Peki öyleyse. Sizin için güzel bir özet geçmeye çalışacağım. Her şey bir arkeolog ekibinin çalışmalarıyla başladı. 8 kıtanın imparatorluklarla değil krallıklarla dolu olduğu yıllardı.
Stonewall, Misery, Armada, Neron, Pernstow, Bloodstain, Battleborn, Nefarious. Hepsinden özel seçilmiş arkeologlar Pernstow’daki antik harabelerde toplanmıştı. Yazılanlara göre yüzlerce kişi vardı çalışmalarda. Çalışmanın gitgide ümitsizliğe düştüğü günlerden birinde harabe çökmeye başladı ve onlarca kişi enkaz altında can verdi.
Kıtanın sakinleri ve o bölgenin orduları enkaz altındakilerle uğraşırken diğer arkeologlar takımlar halinde açılan tünellere girip araştırma yapmaya başladı. Bloodstain’den ikiz arkeologlar ve diğer kıtalardan da birer kişilik bir takım saatler süren ilerlemelerin ardından büyük bir oda keşfetti. Merkezde çember halinde dizilmiş 8 sandık buldular. Bu sandıklardan çıkan büyü gücü herkesi kendine çekmeye yetmişti derler. Hepsi bir sandığı açtı ve her sandıktan birbirinden büyüleyici taşlar çıktı ortaya. Hepsi aldıkları taşları kendilerine sakladılar ve bundan bahsetmediler kimseye.
Bir gece gökte dolunay varken taşlar parlamaya ve bütün bir alanı parlatmaya başladı. Söylenenlere göre taşlar ruhani bir varlığa dönüşmüş ve sahiplerinin vücutlarına girmişti. Bunun üzerine kutsal sayılacak kalıntıları çalmakla suçlandılar ve kıtanın o bölgesindeki ordular tarafından idam edilmenin sınırına geldiler.
Ama böyle bir şey hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çünkü taşlar onları öyle güçlendirmişti ki tüm krallığın ordusunu darmadağın ettiler. Güç onları cezbetmiş olmalı. Olmalı ki hepsi kendilerini yenilmez görmeye başladı. Karşılarına çıkabilecek tek engelin yine kendileri olduğunu fark ettiklerinde dağıldılar. Hepsi kendi kıtasına gitti. Bazıları bulundukları krallıklarını tek tek ele geçirdi ve diğer kıtaları tehdit etmeye başladı. Diğer arkeologlar ise kıtalarını korumak amaçlı kralların ortak kararları ile başa geçti.
Pernstow kıtasında kimse bu güçlere erişmediği için Bloodstain ikizleri kıtayı ele geçirip 2 kıtalık imparatorluklarını kurdular. Ama ikizlerden erkek olanı zafer eğlencelerine kendini o kadar kaptırmıştı ki intikam almak isteyen bir soylunun suikastına kurban gitti. Gücü, canı gibi bu dünyadan yok olunca ikizlerin gücü teke indi ve dünyada zorunlu bir barış devri başladı. O arkeologlar yıllar boyunca imparator veya imparatoriçe olacak anıldı ve güçleri nesilden nesile aktarıldı. İşte imparatorluklar devri bu zamanda başladı.”
Cole büyülenmiş şekilde boşluğa bakıyordu. Her şeyin böyle hızlı değişmesi ve bu günlere kadar devam edip gelmesi ve diğer her şey… İnanılmazdı.
“Güç nesilden nesile aktarılıyor dediniz. O zaman imparatorun tüm çocukları neden o güç seviyesinde değiller?”
“Güç sadece güç sahibi öldüğünde devredilir. Tüm varisler arasından sadece bir kişiye. Öbürleri artık varis olmaktan çıkar ve hiçbir önemleri kalmaz. Eski saraya sürgüne yollanır. Amcalarınız, teyzeleriniz, kuzenleriniz ve birçok akrabanız o bölgelerde yaşıyor.”
“Sorun çıkartmıyorlar mı oralarda?”
“Hayır, çünkü o bölgenin kralı hatta tüm krallar biliyor ki babanızın gücü kaybedilemeyecek kadar fazla. O yüzden onun canı her şeyden iyi korunuyor. Casuslardan da, kardeşlerden de.”
“Akrabalardan bahsetmeden önce bir şeyden bahsediyordunuz. Varislerden.”
Oh evet benim hatam. Yine çok gereksiz detaylar verdim. Dediğim gibi kraliyet ailesinin tüm çocukları en iyi eğitimleri alır ve bir imparator gibi yetiştirilir. Sonuçta bizim koruyucularımız olmaya adaylardır.”
“O zaman neden bana yıllardır böyle davranılıyor sorabilir miyim?”
“Babanızın tüm eşleri diğer krallıkların birinin prensesleri. Tüm üvey kardeşlerinizin arkasında koca bir krallık var ve sizin…”
Profesör genç prensi üzmemek için daha fazla devam edemedi. Bu kadar çok konuştuğu için bile kendini suçlu hissetti. Sessizliği, sakinliğini koruyan Cole bozdu.
“Diyorsunuz ki diğerleri desteklenirken ben yalnızım. Ama bir sorun var benim de bu yarışta bir payım olması gerekiyor. Neden beni bu yarışta görmüyorlar?”
Profesör dirseklerini masaya dayadı. Kafasını ellerine dayayarak tüm ağırlığını verip aklından geçen kelimeleri toparladı. Nasıl açıklayacağını bilemedi. Ama genç prens bunu anlayacak yaşta bir ruha sahipti. O eski Niel değildi. O yeni bir Cole’du. Gözlerini profesöre dikti ve sakin sesi boş odayı doldurdu.
“Çünkü beni bu yarıştan çıkarmayı planlıyorlar.”
Oda tekrar sessizliğe gömüldü.