Cole gözlerini açtığında kendini boşlukta buldu. Simsiyah bir boşluk ama ellerini ve çıplak vücudunu tüm netliğiyle görebiliyordu. “Neredeyim ben?”
Etrafında dönmeye başladı. Boşluğun ortasında başka bir beden gördü. Daha genç bir bedendi bu. Ona doğru yürümek istedi ama ayakları boşlukta kımıldandı sadece. Ama tamamen durup o bedene ilerlemeyi arzuladığında kendini ona yaklaşırken buldu. Çocukta kendisini görmüş, o da ilerlemeye başlamıştı.
Cole bu çocuğun burada ne işinin olduğunu merak etti. “Kimsin sen!”
Çocuk belli belirsiz bir gülümseme takındı yüzüne. “Senin gibi ölmeyi arzulayan biriyim sadece. Adım Neil. Neil Firestorm.”
Cole bu ismin saçmalığını düşündü. İlk kez böyle bir isim duyuyordu. “Beni buraya sen mi getirdin? Neler oldu?”
“Hatırlamıyor musun gerçekten.”
“NEYİ!” Cole haykırmasının ardından başında bir ağrı hissetti. Köprüyü. Karanlıkta yapayalnızlığını. Denizin yüzüne vuran uğultularını. “Ben köprüdeydim. Ben… Ben sanırım atlayacaktım. Sonra… Sonra…”
“Sesimi duydun değil mi?”
Cole her şeyi tekrardan hatırladı. Atlamak için son anlarını aya bakarak geçiriyordu. Kendiyle konuşurken bir ses duymuştu. “Yeni bir dünyada yeni bir başlangıç yapmak ister misin?” demişti ses ona. Cole delirdiğini düşünüp ağzından evet kelimesini kaçırmıştı. Sonra ise kendini burada bulmuştu.
“Hatırlıyorum. Ama sen kimsin? Beni buraya nasıl çağırdın?”
“Ben de senin gibi ölmeyi istiyordum. Hayatıma son vermeden büyümle kendim için bir büyü yapacakken senin konuşmalarını işittim. Yaşadıklarını duyunca senin hayatını yaşamayı istediğimi fark ettim. Bu yüzden tüm gücümle seninle kendim arasında bir portal açtım. Sadece ruhlarımızı getirebildiğim için üzgünüm biraz güçsüzüm de.” Neil elini ağzına götürüp kıkırdadı.
“Nasıl bir hayat yaşadın da benim sefil hayatım ilgini çekti. Hem de büyülü bir dünyada.”
“Ben kraliyet ailesinin en küçük prensiyim.”
“Kraliyet ailesi mi!” diye düşündü Cole. “İsmi bu yüzden mi çok ilginç geldi bana. Firestorm ha?”
“Babam Stonewall kıtasının imparatoru, annem ise basit bir hizmetçiydi. Ben ise istenmeyen ve dışlanan bir çocuktum. Üvey annelerim annemi zehirleyip her gün babamın aklını çeldiği için yapayalnız kalmış bir çocuktum. Değersiz bir çocuk…”
“Hangi baba oğluna böyle davranılmasına izin verir.”
“Senin dünyanda acı verici gözükse de bizim büyü diyarımızda kraliyet ailesi için çok normal bir durum.”
Çocuğun saf yüzü bir anda ciddileşti.
“Senin hayatını devralmak istiyorum. Karşılığında benim hayatımı sana vermek istiyorum.”
“Böyle bir şeyi neden istiyorsun? Zaten ölmek istemiyor muydun?”
“Başka şansım olmadığı için ölmek istiyordum. Sen ise başka bir şey istemiyorsun. Eğer zaten öleceksen sana yalvarıyorum. Benim yaşamama izin verip ölümünü benim bedenimi aldıktan sonra yap. Yaşamama yardım et!” Cole karşısındaki çocuğa acımıştı.
“Tamam. Kabul ediyorum.”
“Teşekkür ederim!”
Cole kendini bir anda soğuk bir odada buldu. Karanlığı bölen tek şey perdelerin arkasından sızan parlak mavi bir ışıktı. Bir anda kafasına Neil’in tüm anıları dolmaya başladı. Annesinin ve babasının yüzünü, üvey kardeşlerinin ve üvey annelerinin yüzünü. Güçleri. Büyüleri. Her şeyi biliyordu artık. Hayatına son vermek için kullanması gereken büyüyü ve nasıl kullanacağını da biliyordu. Ama yapmadı. İçinde, kalbinin en derinlerinde başkasının hatıralarında yatan o insanlara karşı bir nefret duydu. Yıllardır amaçsız olan Cole doğruldu. “Neil. Bana yeni bir hayat verdin. Ben de senin intikamını alacağım!”
***
Neil’de Cole’un bedenini ve tüm hafızasını almıştı. Başı döndü ve köprüden düşmekten son anda kurtuldu demir parmaklıkları tutarak. Hemen kendini güvenli tarafa attı. Mutluluktan ağlamaya başladı. Bomboş yolda koşmaya ve bağırmaya başladı. “Özgürüm!”
BÖLÜM 1
Ekleyen