Asker grubunun lideri yakalama emri vermek için seslendi.
“Askerler! Yaka—”
Liderin sözü yarıda kalmıştı. Çünkü askerlerin arkasında onu bölen bir ses vardı..
“DURUN!.”
Bu gelen kişi meydanda gördükleri Fresta’nın korumasıydı. Gerçekten sadık bir koruma olmalıydı. Çünkü kaçıp kendini kurtarabilme şansı varken onları kurtarmak için gelmişti. Fakat ne olursa olsun bu kişi yaralıydı. Onları nasıl koruyabilirdi ki.
“Durun! Eğer bayan Fresta’ya en ufak bir zarar gelirse bunu size misliyle ödetirim!”
“Huh? Sen nasıl oldu da bu halinle kaçabildin? Ayrıca tek başına nasıl bunu bize ödetebilirsin ki?! Şu haline bir bak! Acınası…”
“Belki bu halimle o kadar güçlü değilim, fakat yalnız olduğumu kim söyledi? Bir etrafınıza bakın isterseniz. O zaman kim pusuya düşürülmüş göreceksiniz!”
Askerler endişe içerisinde etrafa baktılar. Etrafları gizlice Rodalenne ailesinin korumaları tarafından sarılmıştı. Genç koruma yardım çağırmış olmalıydı.
“Ne?! Ne oluyor?! Bu da ne?! Etrafımız sarılmış!!!”
Melna ve Ninya sonunda kurtulmuşlardı. Genç koruma yanında başka bir koruma ile Melna’nın yanına geldi.
“Bayan Fresta, yanımdaki koruma buradan uzaklaşırken size eşlik edecek. Lütfen biz bu askerleri hallederken siz buradan uzaklaşın.”
Melna o anda hala şaşkındı. Ne kendisinin Fresta olmadığını söyleyebildi, ne de kendisini kurtardığı için karşısındaki kişiye teşekkür edebildi. Tek diyebildiği şey ” Tamam ” oldu. Melna şaşkındı ve epey korkmuştu. Ama sonuçta sorun çözülmüştü. Kendine gelmeliydi. Koruma Melna ve Ninya’yı yanına alarak otel gibi bir yere götürdü. Melna sonunda kendine gelebilmişti. Yanında bulunan korumaya kendisinin Fresta Rodalenne olmadığını anlatmaya çalıştı.
“Bayım, sanırım beni biriyle karıştırdınız. Ben Fresta Rodalenne değilim.”
“Ne?! Sen bayan Fresta değil misin? Bu nasıl olur?! Aynı bayan Fresta’ya benziyorsun.”
“Zaten buraya geldiğimden beri herkes beni Fresta Rodalenne sanıyor. Ben… ben..”
Melna ne diyeceğini bilmiyordu. İsmini hatırlayamıyordu çünkü. Bu nasıl olabilirdi?! Dahası ailesini, arkadaşlarını, hiçbirşeyini hatırlayamıyordu… Yoksa hafızasını mı kaybediyordu?
Ardından Ninya konuştu.
“Hey! Neden dondun? Ne oldu?”
“Ah, bilmiyorum.. Yalnızca adımı ve ailemi hayırlayamıyorum..”
Melna bunu ağlamaklı söylemişti. Ardından da ağlamaya başladı zaten. Ne olursa olsun Melna hala bir çocuktu. Ağlaması gayet normaldi. Yanındaki koruma Melna’yı teselli etmeye çalıştı.
“Tamam, tamam. Ağlama bu sorun da zamanla çözülecek. Tamam mı?”
Koruma resepsiyonist gibi görünen adamın yanına gitti ve ondan birşey istedi. Aslında bu adam resepsiyonist değildi. Burası bir otel de değildi. Burası yalnızca Rodalenne ailesinin kullandığı küçük bir otel gibi görünen bir saklanma yeriydi. Resepsiyonist gibi görünen adam, korumaya 1 avuç boyutunda bir taş verdi. Koruma taşı alır almaz Melna’nın yanına geldi. Koruma Melna’nın Fresta olabileceğini ve belki de hafıza kaybı geçirmiş olabileceğini düşünüyordu.
“Hey, küçük kız! Ben geldim. Bu elimdekine ‘kan taşı’ deniyor. Bazıları ‘soy taşı’ da diyebiliyor tabii. Bu taş senin kimliğini bulmana yardımcı olacak. Eğer sen gerçekten Fresta Rodalenne isen bu kaş kanını damlattığında tepki verecek.”
Melna sonunda sakinleşmişti. Fakat hala kim olduğunu hatırlayamıyordu. Hafızası silinmişti sanki. Korunmanın getirdiği taşın üzerinde bazı garip semboller vardı, altında ise ‘Fresta Rodalenne’ yazıyordu. Şu anda biraz korkmuyor değildi. Yine de karşısındaki koruma onu güvende hisettiriyordu. Koruma konuşmaya devam etti.
“Hadi bakalım. Sağ elinin işaret parmağını uzat. Korkmana gerek yok. Çok acıtmayacak.”
Melna işaret parmağını uzattı. Koruma küçük bir bıçak ile Melna’nın işaret parmağına küçük bir yara açtı. Parnağını aıktıktan sonra küçük bir damla kan, kan taşının üzerine düştü.
“İşte bu kadaar! Bitti! Çok acımadı değil mi?”
Ardından kan taşı üzerine düşen kanı birkaç saniye içinde emdi ve bir anda parlamaya başladı. Bu taşın verdiği tepkiydi. Bu Melna’nın Fresta olduğuna işaretti.
Devam edecek…