Kral’ ın ölümünün ardından bir kaç gün geçti. Herkes taç giyme töreni için yeni hazırlıklara başlıyordu. Her yerde süsleme asan insanlar, diğer ülkelerden gelen soylu aileler vardı. Ben her gün yaptığım gibi bu günde çalışmalarıma odaklandım.
Bir günün daha yorgunluğunu üstümden atmaya çalıştım. Sıcak bir banyodan sonra uyumak en iyisiydi. Yatağımda sırtüstü yatarken yarın gezeceğimiz aklıma geldi. Koca bir gülümsemeyle etrafa bakarken biri odaya girse beni deli sanabilirdi. Bugün Villy bana denize gideceğimizi anlatırken yeni anılarımı hatırladım. Eskiden Tokyo’ da yaşıyordum. Her yanı denizlerle çevrili bir ülkede yaşadığım halde bir kez bile denizi görmemiştim. Ne kadar çok gitmek istesem de aileme söyleyememiştim. Onların ikisi de hastanede çalışıyorlardı. Onlara engel olmak istememiştim. Bir nedeni de isteklerimi dile getiremeyecek kadar içine kapanık olmamdı. Bu karakterim onların hayalimi reddetmesinden sonra ortaya çıktığını tahmin edebiliyordum.
Yatakta kapıya bakan tarafıma doğru dönerek koluma yaslandım. Yarının heyecanıyla atıyordu kalbim. Kendi kendime düşüncelere daldığım sırada boğazımın kuruluğunu gidermek için yan masada duran şişeye elim uzandı. Şişenin boş olduğunu gördüm. Yataktan yavaşça kalkarken yerde duran gaz lambasını elime aldım. Lambayı havaya kaldırmamla oda daha da aydınlanmıştı. Üstüme hırka giyip odamdan ayrıldım. Bodrum katının merdivenlerini çıkarken çıkan gıcırtılar beni rahatsız etmeye başladı. Daha sessiz olmak için adımlarımı yavaşlattım. Mutfağa doğru ilerledim. Masanın üstüne gaz lambasını bırakıp elimdeki şişeyi doldurdum. Etrafımı incelemeye ya da camdan bakmaya cesaretim yoktu. Gerildiğimi hissettim. Şişe dolunca hızla arkama dönerken elim gaz lambasına çarptı. Gürültüyle yere düşen gaz lambası alevlerini yere sermişti. Elimdeki suyu üzerine döküp daha fazla alevlenmesini engelledim. Hemen sönmüştü. Işığın sönmesiyle etrafa yayılan ürkütücü karanlık tüylerimi diken diken yaptı. Ellerim yavaşça titremeye başladı. Ben eğildiğim yerden doğrulamamıştım bile. Öylece masanın yanında kalakaldım. Çömeldim. Ellerimle yüzümü kapadım. Titreme bütün bedenimi sararken kulağıma yine o melodi geldi. Gözlerim sımsıkı kapatıp melodinin beni rahatlamasını diledim. Melodi eşliğindeki anılarım tek tek zihnime doldu. Evin önünde bir kızla oynuyordum. Bu kızın sesi geçen gün anılarımda gördüğüm kızın sesine benziyordu. Birlikte bulutları izlediğimiz kızın sesine.. O gün yüzünü göremesem de şimdi hatırlamıştım onu. O beni yakalamaya çalışıyordu ben de bütün gücümle kahkahalar saçarak koşuyordum.
“Rinn! Yakalıcam senii!”
Evin etrafından dolaşıp hızla yola doğru koştuk. O sırada yan komşumuz seslendi.
“Mari, Rin yolda bu şekilde koşmamalısınız. Bu tehlikeli! Hadi yemek hazırladım! Buraya gelin!”
Durdum ve arkamdan bana yetişmeye çalışan Mari’ yi izledim. Bana doğru yaklaştığında durdu. Ellerini dizine koyup dinlendirdi kendini.
“Annen çağırıyor Mari. Yemek hazırlamış.”
Bana baktı. Gülümsedi.
“Hadi beraber yiyelim.”
“Hayır. Teşekkür ederim. Ama annemler birazdan işten dönerler. Onlarla yemek istiyorum.”
Mari biraz üzülmüş gibiydi. Belli etmemeye çalıştı ve kafasını salladı.
“O zaman yarın görüşürüz olur mu?”
“Tamam. Bay bay.”
Yavaş yavaş eve doğru yürüdüm. Eve girmek istemiyordum. İçinde kimse olmayınca çok sessiz ve kasvetliydi. Bu yüzden garajın içine girip kendime eğlenceli bir şeyler bulabileceğimi umdum. Ben aletlerle oynarken garajın kapakları birden kapandı. Olduğum yerden kıpırdayamadım. Sesim kısılana kadar bağırsam da kimse duymuyordu. Gözyaşlarım yeri ıslatıp, hıçkırıklarım boğazımı tıkadığı sırada ellerimi avuçlarıma alıp yere oturdum. Artık bağıramıyordum. Ağzımı açsam bile hiç bir ses çıkmıyordu dışarı. Başımı bacaklarıma koydum. Titreyen vücudum, soğuk zeminde beni daha da kaygılandırıyordu. Zifiri karanlıkta etrafıma bakacak, kapıya vuracak cesaretim yoktu. Umutsuzluğa düşerken dışardan bir ses yükseldi.
“Orada biri var mı?”
Başımı korkudan kaldıramadım. Bağırmak istesem de buna engel olan korkum beni zincirlemişti buraya.
“Biri var mı? Beni duyabiliyor musun!?”
Bir şeyler yapmasam burada daha çok kalırdım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp, ayağa kalktım. Bir elimle gözlerimi kapatırken diğer elimle önümdeki engelleri aradım. Dümdüz gidip kapıya ulaştığımda elimle sertçe bir kaç defa vurdum.
“Bekle! Hemen birilerini çağırıp yanına gelicem!”
Duyduğum bir kız çocuğunun endişeli sesiydi. Kapıya yaklaştığında anlayabilmiştim. Bir süre sonra birileri gelip benden kapıdan uzaklaşmamı söylediler. Onlar kapıyı açmaya çalışırken dikkatle seslerini dinledim.
“Pat diye bir ses geldi. Ben tam da bu evin önünden geçiyordum. Sonra evin etrafını gezip biri var mı diye bağırdım. İçeriden biri kapıya vurdu.”
“Aferin sana. Haber vermeseydin kimse onu fark etmeyebilirdi.”
Başka birinin sesini de duydum.
“Adın ne senin?”
“Benim adım Estee.”
“Nadir bir durum. İsmin Japon değil. Başka bir ülkeden mi geldin?”
“Evet. İki yıl önce Amerika’ daydık.”
Garaj kapısının açıldığını hissettim. O sırada hala gözlerim kapalıydı.
“Tamam Estee. Şimdi içeri girip bakabilir misin?”
Bir ses gelmedi. Gözlerimi açmak istedim ama yapamadım. Yanıma yaklaştığını hissettim.
“Merak etme. Artık gidebilirsin. Gözlerini aç.”
Ben kafamı iki yana salladım. Sonra elimi tuttu.
“Artık her yer aydınlık. Korktuysan elimi tutarak çıkabiliriz. Gözlerini yavaşça açman gerek.”
Onun tesellisiyle kendime güvenip gözlerimi açtım. Karşımda küçük sevimli tavşan tulumu olan bir kız çocuğu duruyordu. Elini sıktım. Gözyaşlarımı sildim. Bana kocaman bir gülümseme verdi. Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledik. Garajın kapısı çömelip geçebileceğimiz kadar açıktı. Kapının arkasında iki büyük ayakkabı görünüyordu. Eğilip altından geçtik. Karşımdaki adamlar beni soru yağmuruna tutmuştu. Onlara cevap veremedim. Sonra kıza döndüm. Onunla arkadaş olmak istiyordum. O olmasaydı kurtulamazdım. İçten içe hayranı olmuş gibiydim. Gitmeden konuşmak istedim ama hala ağzımı dahi açamadığımı fark ettim. O günden sonra zar zor konuşmaya başladım. Düzelmem ve titremelerimi durdurmam günler sürmüştü. O kızı da bir daha göremedim. Üniversite yıllarımda aynı sınıfta ona benzer bir kız vardı. Ama bu kız gülümseyen o şirin kız yerine çok kötü, tehditkar bir hava yayıyordu. Adının Estee olduğunu derste öğrenince onun o olduğunu anladım. Teneffüste yanına gitmek istedim. Ama arkadaşlarım beni durdurdu. Onun zorbalığa uğradığını, karışırsam başıma bela alabileceğimi söyleyip durdular. Oysaki ben küçüklüğümden beri onunla arkadaş olmayı istemiştim. Ne kadar denesem de beni tanımadı. Her zaman uzak durdu insanlardan. Arkadaşlarım yüzünden de yanına gidemiyordum. İçime attığım isteklerime yeni bir tane daha eklenirken üniversiteden mezun olma dönemim yaklaşıyordu.
Birden kendime geldim. Kendimi yerde otururken ve bağırmaya çalışırken buldum. Ama sesim çıkmıyordu. Bir anda soğuk terler aktı vücudumdan. Melodi bile rahatlatamamıştı beni. Sözleri kulağımı okşarken bana o zamanki gibi teselli vermek istiyordu sanki.
Karanlığı ister misin?
Saklandığını kimse bilmesin..
Sus! Sakın bağırma
Korktuğunu kimse sezmesin..
Sonra biri kolumdan tuttu ve kaldırdı beni. Gözlerimi aralarken gelenin Villy ve Hima olduğunu gördüm. Bana su getirdiler. Oturup biraz kendime gelince onlara gaz lambasını düşürüp korktuğumu söyledim. İkisi de üzülmüştü. Bana sarıldıklarında rahatlamıştım. Beni odama kadar götürdüler. Hala titriyordum. Villy bunu fark etti.
“Hima sen gidebilirsin. Ben bugünlük Rin’ in odasında kalacağım. Pek iyi görünmüyor.”
Hima giderken biz de ilk önce banyoya gittik. Villy yüzümü yıkamamı bekledi. Sonra odaya gittik. Ben yatarken o da yanıma kıvrıldı. Uyumadan önce bana uzun hikayeler anlattı. Kendimi çocuk gibi hissettim. Ama bu iyi gelmişti. Yanımda ailem, arkadaşlarım olmasa da burada benimle olan insanlar her zaman bana destek oluyordu. Onlar olmasaydı kendimi çok yalnız hissederdim. Onlara minnettar olduğumu bir kez daha aklımdan geçirdim.