Beni götürdüğü yer az önce geldiğim Glazz ‘ın yeriydi.. İçeriye sanki kendi mekanıymış gibi dalıp “Sakın kaçmaya çalışma ve beni izle!” Diye emir verdi.
‘Başka şansım varmış gibi..’
Glazz’ ın bakışları beni yakaladı. Sanki korkunç bir hata yapmışım gibi tavır aldıktan sonra önündeki müşteriyle ilgilenmeye devam etti.
Beni uzun bir koridorun sonundaki odaya götürdü. Oda çok eskiydi. İçinde sadece koliler, çuvallar ve üst üste yığılmış kumaşlar vardı. Depo olduğu anlaşılıyordu.
Yüzüme sinirli bir bakış atıp odanın ortasında durdu.
“Luis sen gidebilirsin. Gerisini ben hallederim.”
Etrafıma bakındım ama kimseyi göremedim. Deli olduğunu düşündüğüm sırada pencereden aşağıya doğru bir adamın düştüğünü gördüm.
‘Bir dakika.. Çatıdan mı atladı! Bu adamın sesini oradan nasıl duydu? Hem..’ Düşüncelerimi anlamsız sorusu böldü.
“Sen kimsin? Nereden geldin?”
“…”
“Size neden kendimi açıklıyım? Asıl siz kimsiniz? İsmimi neden bilmek istiyorsunuz?”
Son derece çatık olan kaşları derin bir iç çekişle gevşerken konuşmaya devam etti.
“Benim kim olduğumu bilmediğini anlayabiliyorum ama şuan çok tehlikedesin. Bilmen gereken tek şey eğer sorularıma düzgün cevaplar vermezsen seni istediğim şekilde cezalandıracak yetkiye sahip olmam.”
“Ben yanlış bir şey yapmadım. Neden beni cezalandıracaksınız?”
“Öncelikle gece vakti kanlı giysilerle bir ormanda belirmen sence de oldukça tuhaf değil mi? Yer değiştirme hakkında bir şeyler okumuştum ama gerçekleştiğini ilk defa görüyorum. Acaba bir büyücü olabilir misin?”
Büyücü? Düşünmek için zamana ihtiyacım var! O beni nasıl gördü? Birden ormandan gelen hışırtı sesini hatırladım. Detayları bilmem gerekli.
“Ne düşünüyorsun? Bana yalan söylersen kendini ölmüş bil. Büyücü müsün?”
“Hayır değilim. Siz beni nasıl gördünüz? Yer değiştirme derken bir anda mı ortaya çıktım?”
Kafasını kaşırken tekrar sinirleniyor gibiydi. Ellerini birleştirip arkasındaki duvara yaslandı.
“Evet. Ama neden aptal gibi davranıyorsun? Halletmem gereken onca iş varken beni oyalamaya falan mı çalışıyorsun? Eğer doğruları söylersen serbest kalırsın.”
“Ben gerçekten bilmiyorum.”
Hiç kimseye anlatmamaya karar vermiştim. Ama eğer anlatmazsam daha kötü sonuçlanacakmış gibi… Ne yapmam lazım?
Eline kılıcını aldı. Bir yandan parmaklarını kılıcı üzerinde gezdirirken uzunca bana baktı. İfadesinde acı dolu bir tebessüm vardı.
“Sana söylediklerim belki şaka gibi geliyordur ama bana burada ‘Galina ‘nın köpeği’ derler. Çok gülünç değil mi? Ama bu krallık adına yapmadığım hiçbir şey yoktur. Yani bu kadar şüpheli, kendini ifade edemeyen birini burada öldürsem ve bunu krallığı bir büyücüden korumak adına yapmış olsam kimse tek kelime etmezdi.”
Kılıcı bir anda bana döndürdü. Sakinleşen bedenim tekrar titremeye başladı.
“Şimdi konuşacak mısın yoksa ölecek misin?”
Yutkundum. “Gerçekten bana inanacak mısın? Ben… Bilmiyorum ama sana doğruları söylüyorum. Gözümü açtığımda ormandaydım. Kanla kaplıydım. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Yemin ederim!”
“Son sözlerin bunlar mı yani? Zaten bunları biliyorum. Seni ormandayken gördüm ve bir süre izledim. Bana kim olduğunu söyle!”
Sinsi bir gülüş attıktan sonra kılıcı boynuma dayadı.
“Bu son şansın!”
Gözlerim doldu. Korkuyordum. Ölmek istemiyorum. Sinirlendim. Neden haksız yere ölmek zorundayım. Gözlerimdeki yaşı bir hışımda elimin tersiyle silerken boş zamanlarımda izlediğim polis idmanları aklıma geldi. Bir kaç savunma tekniğini kullanmıştım bile. Birini denemenin de tam sırası! Hemen kılıcı tuttuğu kolunun eklem yerine aşağıdan sert bir hamle yaptım. Açık verdiği sırada elini çevirecekken ayağıyla karnıma tekme attığı gibi duvara yapıştım. Ellerimi zar zor hareket ettirip kalkmaya çalıştım ama art arda gelen öksürüklerle diz üstü yere çakıldım. Yavaş adımlarla bana doğru yürüyordu. Çenemi kabaca tutup kafamı kaldırırken gözlerimi gözlerine diktim.
“Büyücüler savaşmayı bilmezler. Demek casussun. Seni kim gönderdi? Amacın ne? Sanırım sorularımın yanıtları için işkence görmen gerekecek.”
Aklındaki senaryoya uymayacağımı göstermek için olabildiğince küstahça sırıttım.
“Doğruları söylersem serbest kalacağımı söylediğiniz için size güvenmiştim ama burada tek yalancı sizsiniz gibi görünüyor. Saçma anlayışından dolayı ölmeye niyetim yok!”
Şaşırdığı yüz ifadesinin her yerinden belli oluyordu. Şuan tek hareketiyle ölebilecek olsam da onu reddetmem son ana kadar direneceğimin kanıtıydı. Birden haykırarak gülmeye başladı.
“Sen… Fazla cesursun!”
Kapı bir anda açıldı. Glazz odaya arkasındaki iki yabancıyla daldı.
“Rodel ne yapıyorsun! Bırak onu hemen!”
Gözlerime ifadesizce bakarak konuşmaya devam etti. “Sen bunu tanıyor musun? Üzgünüm ama onu sorguya götürmem gerekiyor. Bildiğin bir şey varsa anlat yoksa gidiyorum.”
“Kraliçe Einfy ‘den mektup geldi. O artık benim sorumluluğumda.”
“Ne!? Kraliçe mi? ”
“Evet. Al, mektup bu.”
Kılıcını kınına koydu. Dikkatle mektubu okudu.
“Sevgili emektarım Glazz, senden acil bir konuda yardım istiyorum. Galina’ da çıkan en küçük bir huzursuzluğa bile tahammül edemeyeceğimi biliyorsun. Bugün meydanda çıkan karışıklığı muhafızlarım bana anlattı. İki yetimi koruyan kızın seninle bağlantısı olduğu haberi geldi. Köle olarak şüphelenilen bu kızı sence zümrüt yetimhanesine vermeli miyim, yoksa sana mı emanet etmeliyim? Hemen dönüş yapmanı bekliyorum.”
“Ben de onay mektubu gönderdim. Onunla ben ilgilenicem. Artık senin karışmana gerek yok.”
Mektubu Glazz ‘a verdi. Odadan çıkarken bana öfkeli tavrıyla baktı.
“Çok sevinme sakın! Bu sefer kurtuldun ama casus olduğunu kanıtlayınca seni kendi ellerimle öldüreceğim!”
Gayret edip ayağa kalktım. Ona doğru yürüdüm.
“Casus olmadığımı anlayınca benden özür dilemeyi unutma. Ayrıca hiçbir zaman ölümüm senin elinden olmayacak!”
Hiçbir şey demeden arkasını döndü ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Ben Glazz’a dönüp teşekkür ettim. Yanındaki kişiler bana merhem getirdiler. Buranın çalışanları olduklarını söylediler. Meraklı bakışlarından sıkıldığım için olayı onlara üstten anlattım. Kendi kısımlarımı geçtim. Onlara doğruyu söylemekten korktum. Beni yaralanmış halimden dolayı mazur gördüklerini varsaydım. Çünkü olayı merak ettikleri ifadelerinden belli olsa da soru sormuyorlardı. Ortamı sakinleştirmek için kısa boylu, gri gözlü, önlüklü çocuk kendini tanıttı.
“Ben Hima. Glazz benim amcam. Küçüklüğümden beri bu yerde çalışıyorum. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Yanında duran uzun sarı saçlı, gözlüklü kızda adının “Villy” olduğunu söyledi. Bana bir oda hazırladıklarını söyleyince çok mutlu oldum. Şuan sadece uyuyup karnımdaki bu ağrıyı unutmak istiyordum.
Glazz meydandaki olayı ona oradaki bir arkadaşının anlattığını söyledi. Benim buraya gelir gelmez gece vakti olay çıkardığımı duyunca çok güldüğünü söyledi.
“Bundan sonra seninle ben ilgilenicem Rin. İyi bir kız ol ve başka bir olaya karışma yoksa Kızıl Ay Birliği’ nin dikkatini çekersin.”
“İlk defa duyuyorum. O da ne? Deminki adamın birliği mi? Detayları anlatır mısın Glazz?”
“Şimdi dinlen yarın uzun uzun konuşuruz. Şafak vaktine az kaldı. Yarın ilk çalışma günün. Erken kalkacaksın.”
“Ahh~ Cidden mi? Daha yeni dövüldüm. Sen ise işten bahsediyorsun. Sence bu yorgunlukla erken kalkar mıyım?”
“Anlaşılan ikimiz de birbirimizden çok çekicez.”
Hep birlikte bakışıp gülüşmeye başladık. Bu an bana bir yerden tanıdık gelmiş gibiydi ama hatırlayamadım.
Bana verilen bodrum katındaki odaya geldiğim gibi kendimi yatağın üstüne attım. Yüzümü yataktan kaldırmadan biraz etrafı inceledim. Odanın bir köşesi çuval ve kasalarla doluydu. Burnuma keskin bir rutubet kokusu geliyordu. Ağrıyan karnımı ovuşturup derin bir iç çektim. Hiç bitmeyecekmiş gibi süren gecenin bittiğini bu küçük odanın üst köşesinde duran tek penceresinden içeriye güneşin kızıl ışıklarını tavana vurmasından anlamıştım. Gözlerimi hafifçe kapatıp kendimi uykuya bıraktım.